Destek vermek için yandaki menüden eklentimizi blogunuza eklermisiniz ?

Perşembe, Mayıs 31, 2007

ARZUHALCİ AMCA(İZLEYİN ÇOK İLGİNÇ)



YAYINLAYAN:NEGUVON

Devamını Oku...

ÇÖLDE SU NASIL BULUNUR?

Çölde susuz kalmamak için çöle gitmemek en etkili çözüm.İllaki gitmemiz gerekiyorsa ve yanınızda su götürmeyecek kadar ruh hastasıysanız şu taktiği uygulayabilirsiniz.
1)Güneşi su üretmek için kullanın.Güneş yeterli ısıyı vererek toprağı nemlendireceğinden su temin etmenizi sağlayabilir.Yaklaşık 70 santim büyüklüğünde bir kaç çukur açın.
2)Her çukurun ortasına boş kahve kutusunu,fincan ya da matara gibi bir şey yerleştirin.
3)Eğer elinizde uzunca bir boru varsa bunu ortadaki kabın içine yerleştirin.Bir kısım altta,diğer kısmı havada kalacak şekilde dursun.
4)Üst tarafta kalan deliğin ağzını plastik bir madde ile gergin bir şekilde kapatın.
5)Az evvel naylonla kapattığınız deliğin etrafınabu kez çember oluşturacak şekilde toprak dökün.Toprak delikte 30cm uızaklıkta olmalıki delikler toprak ile tamamen kapanmasın.
6)Plastik örtünün üzerine ufak bir taş yerleştirin ve örtünün kabın içersine doğru bir miktar çökmesini sağlayın.
7)Artık yapabileceğiniz tek şey arkanıza yaslanıp güneşin toprağı iyice yumuşatıp su çıkarmasını beklemek.
8)Çıkan su topraktan ayrışıp deliklerden çukurun içersine koyduğunuz kabın içine akmaya başlayacaktır.
9)Daha büyük bir çukur açarsanız bu teknikle elinizdeki kirli suyu da damıtabilirsiniz.
10)Suyu iradeli kullanın.
KAYNAK:BOXER DERGİSİ ŞUBAT 2007 SAYISI
YAZI SAHİBİ:PELİN YILMAZ
BLOG'A AKTARAN ;NEGUVON

Devamını Oku...

Pazartesi, Mayıs 28, 2007

NALINCI MEMI DEDE

Nalıncı Memi Dede

Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Nalıncı Memi Dede’den şöyle söz eder:
Nalıncı Memi Dede, Bergamalı'dır. Unkapanı Araplar Camii karşısında bir dükkanda nalıncılık yapar. Ölümünden sonra da bu dükkan, nalıncılık işinden başka bir iş kullanılamaz. Abdi Çelebi, hayatında eline keser almadığı halde bu dükkana girince nasıl olduğunu anlayamadan usta bir nalıncı oluvermiştir. O tarihte Unkapanı’nda büyük bir yangın çıkar. Binalar ahşap olduğundan toptan yanar. Hatta benim evim de o yangında çok büyük zarar görmüştü. Ama Nalıncı Dede’nin dükkanı tahtadan yapılmış olduğu halde, ortada sapasağlam kalmış, herkesi şaşkına çevirmişti. Üstelik yangın sırasında Nalıncı Hüseyin dükkanda çalışmaktaydı. "Her taraf yanıyor, kaç da canını kurtar!" dediklerinde: "Burası, benim dedemin dükkanıdır. Beraber yanarım, yine çıkmam", diyerek ateş içinde kalır. Gerçekten yangın biter ama bu dükkan yanmaz. Zamanla buranın değeri artar. Küpeli denilen bir Yahudi, dükkan sahibine birkaç akçe fazla vererek Hüseyin Çelebi'yi dükkandan attırır. Bir gün kepenkleri açarken dengesini kaybeder, başı üzerine düşerek ölür. Yani o dükkanı nalıncılık haricinde kullanmak hiç kimseye nasip olmaz. Anlatılır ki: Memi Dede, öldüğü gece Sultan III. Murad'ın rüyasına girer ve şöyle seslenir:


- Cenaze namazımı Fatih Camii'nde kılmaya hazırlan. Beni evimde toprağa ver. Üzerime bir türbe, yanıma bir tekke ve bir çeşme yaptır. Dünyadan elli sene su içtim.”
Memi Dede, gerçekten evinin olduğu yere gömülür. Gereken yapılır. (Evliya Çelebi - Seyahatname'sinden)
Sultan III. Murad'ın rüyasından sona olanların ayrıntısını pek çoğunuz okumuşsunuzdur, ama biz önceden okumayanlar için bir kez daha yazalım. Neden bilmem, en çok sevdiğim hikayelerden biridir Nalıncı Memi Dede’nin hikeyesi...


Neyse, hikaye şöyle:
Sultan III. Murad Han yukarıda bahsedilen rüyayı gördüğü günün sabahı, bir anlam veremediği bu rüya dolayısıyla tuhaf bir hal içindedir. Vezir- i âzam Siyavuş Paşa padişahın bu halini görünce merak eder ve sorar:

- “Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?”

Padişah:- “Akşam garip bir rüya gördüm.” der.

Vezir:- “Hayırdır inşaallah efendim!?”

Sultan Murad Han:- “Hayır mı, şerr mi öğreneceğiz inşaallah!.

Vezir:- “Nasıl yani?” diye sorar.

Padişah vezire:“Hazırlan, dışarı çıkıyoruz. ”

Tebdil-i kıyafet ederek iki molla kılığında çıkarlar yola. Sultan Murad hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağıya inip Unkapanı civarında durur. Etrafına dikkatle bakınır.
İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Tebdil-i kıyafet içindeki Padişah çaktırmadan oradakilere sorar:- “Kimdir bu yerde yatan?”


Ahali:- “Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın sefilin biri iste!”

Padişah:- “Nerden biliyorsunuz öyle olduğunu?”

Ahaliden biri atılır:- “Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuzdu.”

Bir başkası ayrıntıya girer:- “Biliyor musunuz, aslında iyi sanatkârdı. Nalının (ayakkabının) hasını yapardı. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcardı. Hem şişe şişe şarap taşırdı evine... Hem de nerde namlı, mimli kadın varsa takardı peşine ve evine götürürdü.”

Ahali içinde yaşlı biri oldukça öfkelidir ve söze karışır:- “İsterseniz komşulara sorun bakalım, onu bir cemaatte gören olmuş mu?”

Bunları anlattıktan sonra mahalleli döner ardını çekip gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar cenazenin başında tek başına... Tam vezir de toparlanıyordur ki,

Sultan Murad onun yolunu keser:- “Dur vezir nereye?” der.

Vezir Siyavuş Paşa:- “Bu adamdan uzak durmak istersiniz diye düşündüm Sultanım.”

Padişah:- “Hayır olmaz öyle şey! Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem.
Ama biz gidemeyiz, rüyamın bir hikmeti olmalı.. Hem şöyle veya böyle halkımızdır. Defin işini tamamlamak gerek,” der.

Veziri:- “İyiya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.” der.

Padişah vezirine itiraz eder:- “Olmaz vezir, rüyadaki hikmeti çözemedik daha...”

- “Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?” diye sorar vezir..

Padişah:- Mollalığa devam edeceğiz. Cenazeyi kaldırmalıyız.” der.

Vezir şaşkınlık içinde:- “Aman efendim, nasıl kaldırırız?” diye sorar.

Padişah:“Basbayağı kaldırırız işte!” diye çıkışır.

Vezir bunun çok zor olacağı konusunda Sultan Murad’ı ikna etmeye çalışır:- “Yapmayın, etmeyin Sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Kefenlenmesi, gömülmesi falan...”

Padişah vezirin sözünü keser ve:- “Merak etme, ben hallederim hepsini...” der.

Vezir bakar ki Padişah kararlı:- “Şurada bir mahalle mescidi var ama, bilmem ki?!!” diye kararsız düşünürken

Padişah:- “Fatih Camii’nde kılacağız namazını” der.

Çünkü rüyasında böyle denmiştir kendisine... Ve gelirler camiye... Vezir sağa sola koşturur. Kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar, ki nâş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sarhoşlara benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Sultan Murad’ın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de tabii ki. . .
Böylece meçhul ayakkabıcıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar, namazını kılarlar. Sıra gelir defin işlemine... Vezir sorar:
“Sultanım, nereye defnedeceğiz?”


Padişah:“Evinin bahçesine.. Sen bir koşu gidip adresini araştır, öğren gel” der...

Vezir sorar soruşturur ve evin adresi öğrenilir. Cenazeyi yüklenip giderler. Eskimiş küçük bir ahşap evin kapısını çalarlar. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Kadına kocasının öldüğünü alıştırarak haber verirler. Kadın sanki bu vefatı bekler gibidir. Ama yine de gözyaşlarını tutamaz. Neden sonra Padişaha:“Hakkını helâl et evladım. Belli ki çok yorulmuşsun.” der.

Padişah:- “Helal olsun.. Ama bahçenizde bu cenazeyi defnecek yer var mı?” diye sorar...
Yaşlı kadın:- “Evet, bizim bey mezarını kazıp hazırlamıştı. ‘Beni buraya defnetsinler hanım’ demişti.”
Bunun üzerine Padişah ve veziri cenazeyi bahçede kazılan yere defnederler. Defin işlemi bitince Padişah yaşlı kadına:
- “Bana biraz rahmetliden söz eder misiniz?” der.


Yaşlı kadın tabii dercesine hüzünle sallar başını ve anlatmaya başlar:- “Evladım, rahmetli bizim efendi bir âlemdi, vesselâm... Akşamlara kadar ayakkabı yapardı. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip helâya dökerdi.”

- “Niye?” diye sorar Padişah...

Yaşlı kadın:- “Müslümanlar içmesin diye. . . ”

Padişah şaşkınlık içinde:- “Hayret!!..” der.

Yaşlı kadın devam eder.- “A oğul bu da bir şey mi? Başka tuhaf şeyler de yapardı.”

Padişah merakla:- “Ne gibi?” diye sorar.

Yaşlı kadın:- “Nerede malûm kadınlardan bulsa, hemen ücretlerini öder, eve getirirdi. ‘Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek....” deyip, bana da onlara dinimizin gereklerini anlatmamı tembih eder ve evden çekip giderdi. Sabaha kadar o kadınlara dinimizin vecibelerini anlatırdım”

Sultan Murad Han iyice şaşkınlık içinde kalmıştır.
- “Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki... ” diye söylenir.


Yaşlı kadın:- “Evladım, milletin ne sandığı umurunda değildi ki onun... Zaten namazı da mahalleliyle kılmaz, uzak mescidlere giderdi. ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı, ki Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli’ derdi...”

Sultan Murad Han rüyasının hikmetini yavaş yavaş anlamaya başlamıştır. Ama yaşlı kadının sözünü kesmez. Kadın devam eder:
- “Hatta bir gün ona; ‘Bana bakasın efendi! Sen böyle yapıyorsun, ama dedikodular aldı başını gidiyor. Komşular kötü belleyecek seni, inan cenazen kalacak ortada’ demiştim”... O da ‘merak etme hanım, kimseye zahmet vermeyiz. Mezarımı bahçeye kazdım, oraya defnedersiniz’ demişti.Ben de ona; ‘ İyi de seni kim yıkasın, namazını kim kılsın, kim kaldırıp gömsün?” dedim”


Padişah konuşmanın burasında çok heyecanlanır ve sorar:- “Peki o ne dedi?”

Yaşlı kadın:- “A oğul, dedim ya bizim bey bir tuhaftı. Önce uzun uzun güldü, sonra da dedi ki; ‘Allah büyüktür hatun, padişahın işi ne?...”

ALINTI: http://www.okyanusum.com/nalincibaba.htm

Devamını Oku...

Perşembe, Mayıs 24, 2007

ENKOYU Dergi


Devamını Oku...

GÖKOVAM, EN BÜYÜK AŞKIM


Ulaşmaya çalıştıkça aramıza yollar girdi, varmaya çalıştıkça engeller çıktı karşıma... Ama her mücadelem kavuşmak için varmak için yüreğimin attığı yere: Gökova. Mavinin en parlağı, yeşilin en berrağı, dağların en diki, yolların en kıvrımlısı.çiçeklerin en kokulusu ve renklisi.. Yaşama amacım, sevgi pınarım...


Tüm kışı oraya kavuşmak için geçiririm büyük bir azimle, yaz Akyaka'ya kavuşma anıdır. Serin sularına dalma anıdır. Azmak'ın berrak sularını seyretme anıdır. Gökova'm benden uzak kalma, beni unutma, Gökova'm güzelliğini kaybetme. Ben sensiz ne yaparım sonra.


Begonviller en çok sana yakışır, ahşap evlerin başka bir anlam katar anlamına. Aşklar en güzel sende yaşanır. Temizliğin, arılığın, berraklığın, güzelliğin adısın içimde. Sevgilim Gökova..





Devamını Oku...

Salı, Mayıs 22, 2007

İNSAN HAKLARI EVRESNSEL BEYANNAMESİ

Birleşmiş Milletler tarafından 10Aralık 1948 yılında pariste hazırlanan, Türkiye'nin 1 nisan1949 yılında imza attığı beyanname

İŞTE HAKLARIMIZ

1)Bütün insanlar hür,haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarla.Akıl ve vicadana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyetiyle hareket etmelidirler.

2)Yaşamak,Hürriyet ve kişi emmiyeti her ferdin hakkıdır.

3)Her kes her nerede olursa olsun hukuk kişiliğinin tanınması haizdir.

4)Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelsi görmek hakkına haizdir.

5)Aile,cemiyetin tabi ve temel unsurudur,cemiyet ve devlet tarıfından korunma hakkına haizdir.

6)Her şahıs saldırısız toplanma,dernek kurma ve derneğe katılma hakkına serbestliğine maliktir.

7)Her şahsın,cemiyetin bir üyesi olmak itibariyle,sosyal güvenliğe hakkı vardır;haysiyet için ve şahsiyewtinin serbestçe gelişmesi için zaruri olan ekonomik,sosyal ve kültürel hakların milli gayret ve milletler arası işbirliği yoluyla ve her devletin teşkilatı ve kaynaklarıyla mütenasip olarak gerçekleştirmesine hakkı vardır.

8)her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye,adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

9)Herkesin hiçbir fark gözetilmeksizin,eşit iş karşılığında eşit ücrete hakkı vardır.

10)Çalışan her kimsenin kendisine ve ailesine insanlık haysiyetine uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma vasıtlarıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücret hakkı vardır.

11)Her şahıs dinlenmeye,eğlenmeye,bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.

12)Her şahsın, gerek kendisi gerek ailesi için.yiyecek,giyim,mesken,tıbbi bakım,gerkli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık,dulluk,ihtiyarlık veya geçim imkanlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.

13)Ana ve çocuk özel ihtiham ve yardım görmek hakkına haizdir.Bütün çocuklar,evlilik içinde veya dışında doğsunlar,aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

14)Her şahsın öğrenim hakkı vardır.Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında parasızdır.İlk öğretim mecburidir.Teknik ve meslek öğretiminde herkes istifade edebilmelidir.Yüksek öğretim,liyakatlerine göre herkes tam eşitlikle açık olmalıdır.

15)Herkesin,işbu beyannamede derpiş edilen hak ve hürriyetlerin tam tatbikini sağlayacak bir sosyal ve milletler arası nizama hakkı vardır.

Devamını Oku...

Pazar, Mayıs 20, 2007

Vatan Sevgisi

Bu Davalar Bizim Bizde Bu Yolun

Vatanımın her bir taşı her bir karışı
Milletimiz sever sulhu barışı
Düşmanlığı körüklerken haçlı alemi
Bu milletin tek gayesi hizmet yarışı

Azeriyem men çerkezem birazda kürd'em
Mutlu olsun huzur bulsun yeterki ülkem
Ayırmayan arnavutu lazıda türkten
Memleketi bütün eden islamdır ilkem

Rumeliden kafkaslardan orta asyadan
Başım vermem bayrağımı baş tac yapmadan
Şehit olur can veririm vatan ve din için
Hakka kulum başkasına kulluk yapmazam
Azeriyem men çerkezem birazda kürd'em
Mutlu olsun huzur bulsun yeterki ülkem
Ayırmayan arnavutu lazıda türkten
Memleketi bütün eden islamdır ilkem
Vatanımda bayrağımız hep dalgalansın
Bayrağıma rengin veren damarda kansın
Üç kıtada yola düştük bu dava için
Anadolum bu millete sen has vatansın
Azeriyem men çerkezem birazda kürd'em
Mutlu olsun huzur bulsun yeterki ülkem
Ayırmayan arnavutu lazıda türkten
Memleketi bütün eden islamdır ilkem
Bu vatanın çilesini her bir derdini
Canın veren göğüs geren her bir ferdini
Kucaklayın kenetlenin bir bütün olun
Bu davalar bizimdir bizde bu yolun
Azeriyem men çerkezem birazda kürd'em
Mutlu olsun huzur bulsun yeterki ülkem
Ayırmayan boşnağını arabı türkten
Bu milleti bütün eden işte o Türk'em
Azeriyem men çerkezem birazda türk'em
Mutlu olsun huzur bulsun yeterki ülkem
Herşeyimiz vatan için yaşasın ülkem
Bu milleti bütün eden işte o Türk'em


Şadan Yenişafak

adres:
http://www.karakalem.net/reviews.asp?name=%FEadan+yeni%FEafak

Devamını Oku...

Cuma, Mayıs 18, 2007

19 MAYIS ATATÜRK´Ü ANMA GENCLIK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN




Devlet yönetimi böyle olur... Bize Türkiye´yi miras birakti, mirasina sahip cikalim....
Atatürk duada etti,

askerliktede yan gelip yatmadi,

meclistede calisti,

Dualarimiz seninle, Allah´in rahmeti bütün vatan sehidleri üzerine olsun

vatandasida böyle dinledi

el etek öptürmedi

Devamını Oku...

yeni üniversitelerimiz ve Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi hayırlı olsun.

Genel Kurulda tasarının, Karaman, Ağrı, Sinop, Siirt, Nevşehir, Karabük, Kilis, Çankırı, Artvin, Bilecik, Bitlis, Kırklareli, Osmaniye, Bingöl, Muş, Mardin ve Batman'da üniversite kurulmasını öngören 7. maddesi kabul edildi. TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş, çalışma süresinin tamamlanması üzerine yarın saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi kapattı.

Aralarında Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi'nin de bulunduğu 17 ilde üniversite kurulması teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmesinin ardından Karaman'da adeta bayram havası esti.

Karaman Belediyesi sık sık belediye hoparlöründen anons ederek üniversitenin kurulduğunu halka duyurdu. İlçe ve belde belediyeleri ile sivil toplum kuruluşları da şehrin dört bir tarafına astırdıkları pankartlarla bu sevince ortak oldular.

http://www.larende.com/site/page.asp?dsy_id=46603



 

Devamını Oku...

Cochineal böcekleri

- mail olarak bana ulaştı, yorumsuz yayınlıyorum -

Forum GrafikCochineal; Kanarya adalarında ve Meksikada yaşayan bir böcektir. Doğal ortamında çoğaldığı gibi kültürel olarak da yetiştirilmektedir..

Forum Grafik Forum Grafik Kaktüs bitkisine kene gibi yapışarak hayatını sürdürür..
Forum Grafik Bir Cochineal böceği tarlası...
Bu böcekler ve larvaları Meksikalı köylüler tarafından toplanır..
Forum Grafik Pazarlama aşamasındaki cochineal..
Forum Grafik Cochineal kurutulmuş hali..

Forum Grafik
Köylüler kendi ihtiyaçları için Azteklerden kalma klasik yöntemlerle böceğin özütünden dünyanın en güzel renklerinden biri olan "carmine"i üretirler..
Forum Grafik
Aztekler ve latinler böcekten elde edilen bu boyayı ip boyamada kullanırlar..

Forum Grafik Carmine pigmenti..
Aslında bu böceğe ve renge yabancı sayılmayız.Pek aşinayız...Susadıkça aç bir cola...İster coca cola ister cola turka..
Önce Hindistan yüksek mahkemesi coca-colanın sağlığa zaralı olduğu gerekçesi ile yasaklanması yönünde bir adım attı. Arkasından Letonyada ilköğretim okullarında coca cola ve pepsi yasaklandı. Geçenlerde Ukrayna'da bazı okullarda ve ingilterede bir okulda yasaklandı. Yakın zamanda İstanbul gösteri sanatları merkezi'nde yasaklandı..
Tevrat ve Talmut'ta geçtiği gibi domuz ve böcekler ile onlardan elde edilen gıdalar yahudiler için de haramdır..

Devamını Oku...

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

DOST

Dost !.
Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'

Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...

Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...

Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala.
Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.

Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta.

Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,

Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.
evlat geriye döner.
Ama içten yıkılır...

Babasına dönerek; 'haklıymışsın baba' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat' der,
"benim bir dostum var bildiğim.
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona."

Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna.
Kabul görür, sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.

Geçerler arka bahçeye.
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak.
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha
Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!

Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana, biz satmayız
Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı..
.Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin; fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde
Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...

Ama hepsinden daha çok;
Dost matematiksel olmalı;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalı...

Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı..
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
Mevlâna
( Suna: "bu hikayeyi, cok kez degisik yerlerde okudum; ama su an aldigim adres burasi" )

Devamını Oku...

Salı, Mayıs 15, 2007

Gönlü Genç Siviller De Rahatsız!




Ekleyen Birsen Şahin

Devamını Oku...

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Kayseri Fıkrası

Kayseri'de yol çalışması yapılıyormuş.Köylüler eşşeğin birini salıp,geçtiği yere yol yapıyorlarmış.Oradan geçen Fransız mühendis merak etmiş.''Ne yapıyorsunuz?'' diye...Köylüler prosedürü anlatınca Fransız mühendis yerlere yatmı gülmekten,alay ederek.''Peki eşşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?''diye sormuş.''O zaman Fransa'dan mühendis getiriyoruz!''demişler.
Kaynak:Benim Blog

Devamını Oku...

Pazar, Mayıs 13, 2007

BALIKCI

Balıkçı

Amerikalı zengin işadamı, bir iş seyahati sırasında küçük bir Meksika kıyı kasabasına uğrar. Limanda gezerken, ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı dikkatini çeker. Merakla yanına yaklaşır ve sorar,


- “Merhaba, bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı ?

Balıkçı, tümünü bir-iki saate yakaladığını söyler.

İşadamı bu kez, niçin daha uzun süre kalıp daha fazla balık yakalamadığını sorar.Balıkçı, ailesinin geçimi için bu kadarının yettiğini söyler.Amerikalı işadamı merakla balıkçıya kalan zamanını nasıl geçirdiğini sorar.


Balıkçı anlatır..., - “Geç vakit yatarım, sabah birazcık balık yakalarım. Sonra çocuklarımla oynarım,öğlende de karım Maria ile biraz siesta yaparım.Akşamları, amigolarla beraber gitar çalıp şarap içeriz, eğleniriz. Dolu ve meşgul bir yaşantım var senyör .”


Amerikalı gerinerek, - “Benim Harvard'dan MBA'm var ve sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha çok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile çalışmalısın.Bu tekneden elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olursun.Böylelikle, yakaladığın balığı aracılara değil doğrudan doğruya işleme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Balıkçılık sektöründe bir numara olursun.”

Ve Amerikalı devam eder, - “Tabii bunları yapman için öncelikle bu küçük balıkçı kasabasını terk edip MexicoCity'ye , daha sonra Los Angeles'e ve en sonunda holdingini genişletebileceğin NewYork'a yerleşirsin.”

Balıkçı düşünceli vaziyette sorar;- “Peki senyör , bu anlattıklarınız ne kadar zaman alır ?”

Amerikalı yanıtlar, - “15-20 yıl kadar”


- “Peki bundan sonra senyör ?” diye sorar balıkçı.

Amerikalı güler, - “Şimdi anlatacağım en iyi tarafı! Zamanı geldiğinde, şirketini halka açarsın ve şirketinin hisselerini iyi paraya satarsın! Kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın!”

- “Milyonlar?” der Meksikalı,

- “ Eee ... sonra senyör ?”

Amerikalı, - “Ondan sonra emekli olursun. Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için biraz balık tutarsın, çocuklarınla oynayacak, karınla siesta yapacak zamanın olur, akşamlarıda arkadaşlarınla şarap içip, gitar çalarsın. Nasıl, mükemmel değil mi?”

“ Senyör zaten ben karımla ve çocuğumla böyle bir hayat yasıyorum neden böyle bir hayat için 20 sene bekliyeyim.”

S.Deniz Tukman'dan



Devamını Oku...

Perşembe, Mayıs 10, 2007

BAHARA ÖVGÜ


Gözüm yollarda kalmıştı, nerelerde kalmıştın bahar? Ruhumuma heyecanın yanında getirdiğin dinginliği de özlemiştim. Kışın soğuğundan, ayazından ve ruhumuza verdiği hüzünden kurtardın. Aylardır öyle yorgun düşmüştüm kü hüzünlerden ve sorunlardan.. Gelişinle birlikte sorunlar geçmemesine hatta katlamasına rağmen tüm sıkıntılarım uçup gitti. Bir kabullenme, bir dinginlik geldi gönlüme.
Kendimi dışarı atar oldum gelişinle. Duvarlar üstüme geliyor güneş parlarken dışarıda. Parklara, bahçelere atar oldum kendimi. Doğa canlanıken gönlüm de canlandı yeniden. Nasıl severim bir bilsen toprağı... Çiçeklerin uyanışını, ağaçların canlanmasını nasıl severim...
Her bahar aşık olabilirdim sevdiğimi bulmuş olmasam. Ve her bahar kararlar alırım, yeni projeler yaparım, hayaller kurarım. Kış gelmeden hepsini gerçekleştirmek için mücadeleye başladım bile. Yoksa soğuk uyuşturur içimi vazgeçebilirim hayallerimden.
Mücadele gücümü artıran sevgili bahar... Dünyaya gözlerimi açtığım mevsim.. Sana olan sevgim ve tutkumu kelimeler bile yetmez anlatmaya. Sadece ben bilirim, bu da bana yeter....

Devamını Oku...

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

Türk Dil Bayramı

Türkçe nin devlet dili oluşunun 730. yılı ve Yunus Emre'yi anma günlei 01-13 Mayıs tarihleri arasında yapılacak etkinliklerle kutlanıyor.

İstanbul’da Türk Dili Ödül Töreni, Ankara’da TDK’nın konferası, Gençlik şöleni ve Anıtkabir ziyareti ile Karaman’da hıdrellez şenlikleri, Türk kültürü sergisi, Zekai Tunca, Suat Suna, Uğur Arslan konserleri etkinlikler arasında

Türk Dili Ödüllere layık görülenler ise şöyle:
"Türk Kültürü ve Diline Hizmet Eden Devlet Adamı Ödülü" RTÜK Başkanı Dr. A. Zahid Akman`a, "Türk Kültürü ve Diline Hizmet Ödülü" Türk Dünyası Araştırmaları Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan`a verildi."Türkçe`yi Doğru ve Güzel Kullanma Ödülü" Prof. Dr. Orhan Akay`a, "Türkçe`yi Doğru ve Güzel Kullanan Televizyon Programı Ödülü" NTV`de yayınlanan "O An" adlı programa, "Türkçe`yi Doğru ve Güzel Kullanan Basın Yayın Ödülü" Dergah Dergisi`ne verildi. Törende jüri ödülleri ise, Polis Radyosu, TRT GAP Televizyonu "Bir Kelime Bir İşlem Programı`na verildi.
ayrıntılı bilgi için bakabilirsiniz. Karaman Kültür ve Turizm Müdürlügü,

Devamını Oku...

2007 Unesco Mevlana Yili


Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Mevlana'nın doğumunun 800'üncü yılı nedeniyle 2007'nin ‘Dünya Mevlana Yılı’ olması konusundaki önerisini kabul etti. UNESCO, Mevlana'nın 2007 yılında tüm üye ülkelerde anılması kararını aldı. Dogumunun 800. yilinda Unesco tarafindan anilan Mevlana´yi bizlerde analim, anlamaya calisalim.

"Bir can var canında

O canı ara

Beden dağındaki gizli mücevheri ara

Ey yürüyüp giden dost

Bütün gücünle ara

Aradığını dışında değil, kendi içinde ara".


"Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol."


"Ziyaret yer yakınlığıyla değildir / Birbirini dolaşmak, gönüllerin yakınlığıyla olur."

"Kadere az bahane bul, nasıl oluyor da suçunu başkalarına yüklüyorsun? Kendini araştır, kendi suçunu kendin gör."


Ayrintilar icin: http://www.semazen.net/index.php

Devamını Oku...

Salı, Mayıs 08, 2007

Lafhane ve mzffer

Geçenlerde emrex arkadaşımızın bana gönderdiği email davetiyesi ile burayı keşfettim.Bu blog ile güzel bir çalışma başlatılmıştır.Sıcak bir ortam olma dileğiyle tüm lafhane dostlarıma selamlar.İnternet ve bilgisayar konularındaki bilgilerimi sizinle paylaşmak benim için bir zevktir

Devamını Oku...

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Rasulullah bugün yasasaydi..

Rasûlullah bugün yaşasaydı (3)
(Ahmed Bâki´nin sayfasindan bir alintidir) (tamamini okumanizi dilerim)

Önceki yazılarımızda konuya geniş bir giriş yaptık ve nihayet farklı ve yeni birşeyler söyleme zamanı geldi...
Eminim bildiğiniz, düşündüğünüz, hissettiğiniz, fakat şimdiye dek bu şekilde dile getirilmeyen birçok tespiti bu yazıda bulacak ve ulaşabildiğiniz tüm düşünen insanlarla paylaşmayı isteyeceksiniz…
Öncelikle bir hususun altını tekrar çizelim. Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’a inananların büyük kısmı, içinde bulunduğumuz devirde İslâm’ın yeniden tüm insanlığı aydınlatan bir nur halinde parlayacağına inanmaktadırlar. Günümüz dünyasına baktığımızda, bu parlayışın gerçekleşebilmesi yolunda çalıştığına inanan, Mısır'dan Hindistan'a, Endonezya'dan Meksika'ya kadar dünyanın değişik bölgelerinde irili ufaklı mezhepler, tarikatlar, cemaatler gibi değişik binlerce grubu; bunlar içerisinde kendini dinde otorite kabul ettirmeye çalışan, milyonları arkasına takmış dini liderleri, teologları, ilahiyatçıları, şeyhleri, hocaları, dinadamlarını ve bunların pek çok çeşitli faaliyetlerini görüyoruz

Bu gruplar içerisinde, örgütlenmek suretiyle mali, siyasi işbirliklerini güçlendirerek binlerce merkez, teşkilat, istihbarat ve öğretim birimlerinde, kendi anlayışları doğrultusunda gençleri yetiştirme faaliyetlerini, kendilerine taraftar gruplar oluşturma çalışmalarını, siyasetten silahlı mücadeleye kadar değişik stratejilerle bulundukları devletin idaresini veya kadrolarını ele geçirme faaliyetlerini İslâm'ın gereği gibi görenler, hatta Allah'a ve Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)'a yaklaşmanın başta gelen yolu gibi görenler de var.Devami icin tiklayin...

Devamını Oku...

Kullanım Talimatları

* Sac kurutma makinesinin üzerindeki talimat: "Uyurken kullanmayın"..
* Kızarmış patates torbasının üzerinde: "Kazanan siz olabilirsiniz.. Üstelik, satın almanız da şart değil.. Ayrıntılı bilgi torbanın içinde"..
* Dial sabunlarının kutusunda: "Kullanım sekli: Normal sabun gibi"..
* Donmuş yemek kutusunda: "Öneri: Buzunu çözün...
* Otellerde verilen duş başlığının kutusunda "İçine bir tek bas sigar."
* Hazır Tiremi su tatlısının kutusunda: "Altüst etmeyin.." (Uyarı kutunun dibinde, tatlının altında yazılı)
* Marks & Spencer'e ait bir puding kutusunda: "Ateşin üzerine koyarsanız ısınır."
* Bir uyku ilacının üzerinde.. "Uyuklamaya sebep olabilir."
* Roventa ütü kutusunda: "Giysilerinizi üzerinizde ütülemeyin"..
* Ingiltere'nin unlu eczane zinciri Boots'un çocuklar için hazırladığı öksürük şurubu kutusunda: "İçince Araba kullanmayın"..
* Çin mali Noel ağacı ışıklı süslemelerinde: "Sadece içeride ve dışarıda kullanılabilir"..
* Japon malı mutfak robotunun üzerinde:"Başka amaçla kullanılmaz."
* Fındık paketinin üzerinde: "Dikkat: İçinde fındık var."
* American Airlines Şirketi'ne ait fıstık paketinin üzerinde: "Talimat: Paketi açın, fıstıkları yiyin.."
* Bir elektrikli testerenin üzerinde: "Çalışırken elinizle durdurmaya teşebbüs etmeyin.
"Altı nokta körler derneği, üstü virgül sağırlar derneği

Devamını Oku...

Cuma, Mayıs 04, 2007

E- Bomba

ABD’nin gelecek yıl deneyeceği "E-Bomb", yani eletromekanik bomba, aklın sınırlarını bile zorlayacak kadar büyük felaketlere yol açabilecek. Her şey bir göz kırpması kadar kısa bir zaman içinde olup bitecek. Evinin içinde kendi halinde oturan biri önce uzaktan keskin bir çatırtı duyacak. Muhtemelen bu sesi bir şimşek veya yıldırım sanacak. Ama o bunları düşünene kadar, uygar dünya en az 200 yıl önceye, elektriğin henüz keşfedilmediği yarı karanlık dönemlere geri dönecek. Floresan ışıklarıyla televizyon ekranları, düğmeleri kapatıldığı halde korkunç bir şekilde parlamaya başlayacak. Elektrik ve telefon kabloları o kadar ısınacak ki, plastik kaplar eriyip, ozon tabakasını yanmış plastik kokusu dolduracak. El bilgisayarlarıyla MP3 player’ların pilleri aşırı yüklenecek ve bu aletler elle tutulmayacak kadar ısınacak. Bilgisayarlar kül olacak,içlerinde sağlam en küçük bir bilgi kırıntısı bile kalmayacak. Radyolar, telefonlar, telsizler ve hatta dizel motorlu birkaçı dışında akla gelebilecek bütün makineler bir daha çalışmamak üzere susacak.Bu sırada insanların tırnağına bile bir şey olmayacak, ama insanlık kendini göz açıp kapayıncaya kadar 200 yıl geride bulacak.Avustralyalı yüksek teknolojili savaş uzmanı Carlo Kopp’a göre, bu korkunç silahı 1940’ların teknolojisiyle bile yapmak ve üstelik sadece 400 dolara mal etmek mümkün. O yüzden, siber terörizmin konuşulduğu bir dünyada teröristlerin bu silaha ne kadar yakın olduklarını görmek de mümkün. Yani sadece 400 dolara mal olan bir elektromanyetik bomba, bir göz kırpması süresinde, uygarlığı tam 200 yıl geriye götürebilecek.Elektromanyetik bomba, kısaltılmış adıyla e-bomba,tek bir tuğlayı kırmadan ve tek bir damla kan akıtmadan tüm bir kent yere yıkabileceğinden, mükemmel bir silah gibi görünüyor. Hazırlanması çok kolay olan bu bombayı oluşturacak mekanizmayı bir araya getirip büyük bir hasar meydana getirmek için dâhi olmak gerekmiyor. E-bomba kullanılarak yapılan saldırıların başladığına inananlar varsa da, silah arkasında hiç bir iz bırakmadığından bunlar ispatlanması zor kuşkular. E-bombayı en tehlikeli kılan yönüyse, çok ucuza ve çok kolay yapılabilmesine karşın, çok büyük zararlar verebilmesi bu nedenle de ideal bir terör silahı olması. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen sürede uygarlığı 200 yıl öncesine götürebilecek bu silahı yapmak için ödemeniz gereken miktar yalnızca 400dolar. İhtiyacınız olan teknolojiyse 1940’ların teknolojisi . Bu özellik klerinden dolayı e-bomba terörle mücadele halindeki Dünya’nın ciddiye alması gereken bir tehdit.Elektromanyetik bombanın temelini oluşturan düşünce, üretilen yüksek güçte bir radyo dalgası ya da mikrodalga atımının önüne çıkan tüm elektronik devreleri yok etmesi . Neredeyse etrafımızdaki her şeyin elektrikle çalıştığı bir çağda yaşadığımız düşünülürse, böyle bir yöntem kilesel bir yıkım yaratmak için ideal. Bunu kullanarak taşıma sistemlerin durdurabilir, iletişimi çökertebilir yada bilgisayar ağlarına zarar verebilirsiniz.E- bomba şu anda bile askeri silahlar arasındaki yerini almış olabilir. Bazılarına göre bu bombalar ABD’ni n 1999’da radar sistemlerini vurmak amacıyla Sırp’lara karşı yürüttüğü mücadelede kullanıldı. Bir çok kişinin bu tür bombaya karşı korunmak için gerekli yöntemler üzer nde çalışması bile, böyle bir bombanın varlığına inanmak için yeterli bir neden. Üretilecek elektromanyeti k bir atımın önüne çıkacak elektronik araçların devrelerindeki akımı indükte ederek zarar verebileceğininn farkedilmesiyle birlikte, bu atımın nasıl yaratlabileceği sorusu gündeme geldi . Bilim adamlarına göre çözümün anahtarı, şiddetli ama kısa ömürlü elektrik akımı atımları oluşturmakta yatıyor. Bu atımları bir antenle güçlendirerek frekans aralığı geniş, güçlü elektromanyetik dalgalar yaratmak mümkün. Frekans aralığı genişledikçe, elektrikli herhangi bir şeyin bu dalgaları soğurarak yanması olasılığı da artıyor. Araştırmacılar en zarar verici atımların yüksek frekanslılar olduğunun kısa sürede farkına vardı.Frekansı gigahertz aralığındaki mikrodalgalar, montajdan kaynaklanan boşluklar ya da metal kaplamadaki yarıklardan elektronik devrenin içine sızabilir. Birkez devrenin içine girdikten sonra da akımı indükte ederek çarptııkları tüm bileşenlere zarar verir. Düşük radyo frekanslarını yakalayan güç besleyicileriyse, bağlı oldukları elektrikli aracın merkezine sinyal gönderen birer anten haline gelir. Bir bilgisayar kablosu güçlü bir elektromanyetik atım yakaladığında ortaya çıkan güç dalgası, bilgisayar çipini yakabilir.Yüksek frekanslı mikrodalgalar yaratabilmek için bilimadamlarının yaklaşık 100 pikosaniyede ya da bir saniyenin milyarda birinde parlayıp sönen elektrik atımlarına gereksinim var. Bunu yapmanın yollarından biri Marx jeneratörü adında bir yapıyı kullanmak. Bu yapı, birarada yüklenebilen ve daha sonra sırayla birbirlerinin yüklerini boşaltarak gelgit şeklinde bir akım dalgası yaratabilen büyük kapasitörlerin biraraya gelmesiyle oluşan bir kapasitör bankası. Akımı çok hızlı bir anahtar serisi kanalından geçirmek, atımı yaklaşık 300 pikosaniyeli hale getirir. Bu atım antenden geçirildiğinde, elektromanyetik bir enerji patlaması açığa çıkarır.Bir kilo ya da TNT’de depolanan enerj , akı kompresörü adındaki bir alet kullanılarak büyük bir mkrodalga atımına çevrilebilir. Bu alet bir patlamanın enerjisini , bir akımı ve bu akımın manyetik alanını olabildiğince küçük bir hacme sığdırmak için kullanır. Bu atımın bir antene gönderilmesi de ölümcül bir radyo dalgalası ya da mikrodalga patlamas oluşturur.Akı kompresörünün en büyük avantajı basitliğidir. İlk yapmanız gereken, patlayıcılarla donatılmışmetal bir tüpü bir ucundan patlayıcı kapsüle yapştırmak. Daha sonra tüpü ucunda bir anten bulunan silindir şeklindek i bir bobin telinin içine yerleştirin. Son olarak da bobinden bir akım geçirerek metal tüp ve bobin arasında bir manyetik alan oluşturduğunuzda akı kompresörünüz kullanıma hazır.Patlayıcı kapsülü ateşlend iğinnde yükler harekete geçer ve tüp boyunca saniyede 6.000 metre hızla akan bir patlama oluşur. Eğer bunu yavaşlatabilecek olsaydık, patlayıcı basınç dalgasının kompresörü parçalamas›ndan hemen önceki anda tek metal tüpün genişlediğini görebilirdik. Genişleyen metal, bobinle kontak yaparak kısa devre oluşturur ve böylece akımı ve oluşturduğu manyetik alanı önünde, bobinin henüz sağlam durumdaki bölümüne yönlend rir. Kompresörün patlayan bölges genişledikçe, manyetik alan gitgide daha küçük bir hacim içine sıkışır. Manyetik alanı bu şekilde sıkıştırmak, bobinin patlamanın ilerisinde kalan bölümündek akımda muazzam bir artışı doğurur ve milyon amperler düzeylerinde yalnızca 500 pikosaniye genişliğinde bir atım yaratır. Son olarak kompresörün silahın tümü patlamadan hemen önce akım atımı antene gi derek elektromanyetik enerji yayar. Tümü bir milisaniyenin onda birinden daha kısa bir sürede gerçekleşen bu işlemler tera-wattlık bir güç yaydğından, bu yöntem kesinlikle pratik.ABD hava kuvvetleri için mikrodalga silahlar geliştiren TPD firmasından Tom Schilling, amaçlarının bir uçaktan bırakılacak ve güçlü elektromanyetik atımla düşman komuta ve kontrol merkezlerini "susturacak" güdümlü bir bomba geliştirmek oldu¤unu söylüyor. Başka bazı araştırmacılar bombanın bir el çantasından daha küçük hacimlere sıkıştırılabileceği düşüncesinde. Bu silahların en büyük faydası, öldürücü olmamaları.Tek bir insana ya da binaya zarar vermeden tüm bir kentin iletişim sistemin yerle bir edebilirsiniz. Ancak bu, silahın tamamen güvenli olduğu anlamına gelmiyor.Elektromanyetik silahları kullanarak istediğiniz yere sızmanız da mümkün. Gördüğünüz tüm elektronik sistemleri yakarak yok etmek zorunda değilsiniz. Yapacağınız şey "yumuşak darbe" denen yöntemle sistemi geçici olarak çökertmek. Böylece Elektronik sistemlerin içine girerek düşmanınız sizin orada olduğunuzu bilmeden sessizce yapmak istediğiniz herşeyi yapabilirsiniz. Bu da askeri bilgiler ele geçirmek isteyen teröristlerin işlerini tamamlayana kadar sistemin hafızasını kaybetmesini sağlamaları için uygun bir yöntem.GÜMÜŞ MERMİKörfez ve Sırbistan/Kosova Savaşları sırasında, Amerikan M1-A1 Abrams ve İngiliz Challenger tanklarının ve "tank katili" A-10 Thunderbolt uçaklarının Irak ve Sırp tanklarına karşı kullandıkları mermiler, eyreltilmiş uranyum içeriyordu. Asıl kullanım alanı nükleer enerji santralleri ve atom bombaları olan uranyumu taktik silah tasarımcıları için çekici kılan özelliği,bilinen en ağır ve yoğun elementlerden olması. Uranyum, temel olarak kararlı ve dolayısıyla zayıf radyasyon yayan U-238 izotoplarıyla, kararsız ve dolayısıyla parçalanıp çeşitli radyoaktif elementlere dönüşebilen U-235 izotopundan oluşuyor. Yoğunluğu ve yanarken oluşturduğu çok yüksek ısı nedeniyle zırh delici mermilerde kullanılan uranyum, metalin U-235 açısından fakirleştirilmiş bir karışımı. Seyreltilmiş Uranyum (SU) adı bu özellikten kaynaklanıyor. Gümüş Mermi ('The Silver Bullet') diye adlandırılan; 120 mm çaplı, 5.35 kg ağırlığındaki tank ve 30 mm çapındaki tankavar mermisi, düşman tanklarına çarptığı anda yüksek ısıyla yanarak, hedef tankın zırhını eritiyor ve içine giriyor. Patladığı andaysa tank mermisi yüksek sıcaklıklarda, yaklaşık 900 gr ile 3400 gr arasında kimyasal/toksik ve radyoaktif uranyum oksit zerreciklerini hedefin içineve çevresine yayıyor. Uçaklardan atılan tanksavar mermilerindeki uranyum miktarıysa, 200 gramın biraz üzerinde. Ancak bu mermiler uçaklardaki makineli topla (cannon)fazla sayıda atıldığından, tahrip ve kirletme gücü artıyor.Körfez savaşından belli bir süre sonra ve özellikle son aylarda Balkanlar'da görev yapan NATO askerlerinde görülen kanser ve başka hastalıklar, bu silahların hâlâ konvansiyonel silahlar sınıfında mı tutulması, yoksa kimyasal/nükleer silahlar sınıfına alınıp savaş alanlarında kullanılmalarının yasaklanması mı gerektiği tartışmasını başlatmış bulunuyor. şu ana kadar, seyreltilmiş uranyumla ilgili olarak ABD Savunma Bakanlığı’nın, Enerji Bakanlığı’nın, Nükleer Denetleme Komitesi'nin (Nuclear Regulatory Commission - NRC) ve Uluslararası Radyolojik Korunma Kurulu'nun (International Commission on Radiological Protection - ICRP) hazırlamış oldukları raporların ışığı altında, seyreltilmiş uranyum mermilerinin savaşta kullanılmaları halinde, çevre ve insanlar üzerinde olası kimyasal/toksik ve radyolojik etkiler şöyle özetlenebilir: Nükleer santrallerin yakıt maddesi olan doğal uranyum madeninin % 0.72' i, yavaş nötronlarla parçalanabilen, U-235'ten, % 99.28'i yavaş nötronlarla parçalanmayan, yani fizyona uğratılamayan U-238’den, çok az bir kısmı da U-234 ve diğer izotoplardan oluşur.Parçalanabilen U-235'in nükleer santrallerde yakıt olarak kulanılabilmesi için, U-235'in bu doğal karışımdaki yüzdesinin en az %3'e çıkarılması gerekir. Yaklaşık 1 ton doğal uranyum cehverindense, gaz diffüzyonu veya antrifuj yöntemlerinden geçirildikten sonra, ancak 7.2 kg kadar zenginleştirilmiş uranyum yakıt elde edilebilir. Geriye kalan büyük miktardaki atığa "fakirleşirilmiş uranyum" adı verilir. Kurşundan daha yoğun (yoğunluğu=19.05 gr/cm3) ve tungsten kadar sert olan bu metal, son yıllarda Amerika ve İngiltere'de geliştirilen tank ve uçaksavar mermilerinde ve zırh kabuklarında kullanılmıştır. Seyreltilmiş uranyumdan yapılan mermilerdeki radyoaktifi izotopların dağılımı, ABD Savunma Bakanlığı'nın Çevre politikaları Enstitüsü’nce hazırlanan rapora göre şöyle: 120 mm-5.35 kg'lık bir tank mermisinin % 99.25'i, 4.5 milyar yıl yarılanma ömrüyle alfa parçacıkları yayınlayarak (1.28 mrem/yıl/pCi/kg,doz eşdeğeri aktivite ile) bozunan U-238'den, % 0.2' i yaklaşık 1 milyar yıl yarılanma ömrüyle alfa parçacıkları yayınlayarak (1.32 mrem/yıl/pCi/kg,doz eşdeğeri aktiviteyle) bozunan U-235'den; geriye kalan kısmıysa,U-236'dan ve titanyumdan oluşuyor.MERMİDEN HIZLI DENİZALTILARDüsünün ki bir Concorde uçağındasınız. Rahatça koltuğunuza oturmus Mach 2’yle yani sesten iki kat daha hızlı bir şekilde Atlantik Okyanusu’nu geçiyorsunuz. Bir yandan manzarayı seyrederken bir yandanda ikram edileni yudumluyorsunuz. Nasıl hoş değil mi? Bu srada sizin pek gözünüze çarpmıyor ama aşağılarda denizin altında griince kalem benzeri bir araç uçağınıza yetişiyor ve onu geçiyor. Sakın şaşırmayın bu sesten hızlı giden bir denizalti.ASLINDA böyle bir araç henüz gerçek değil, yalnızca bir kurgu. Bununla birlikte teknoloji böyle bir aracı yapabilecek düzeyde. Hatta Rus denizaltılarindan biri bunu gerçeklestirebilecek torpidolar taşıyor. Aynı teknik deniz altı mayınlarını yok edecek silahlar için de düşünülüyor. Bu yöntemle su kızaklarının ve su üstü gemilerinin hızlarını artırmak da olası. En önemlisi de bu teknikle su altında saatte binlerce kilometre hızla gidebilecek ve yine de kuru kalacak araçların yapılabilecek olması.Bu işin püf noktasını uzakta aramanıza gerek yok. İşin sırrı elinizde tuttuğunuz şampanya kadehinde.Tıpkı şampanyanın içindeki gibi hava kabarcıklarında yatıyor bu işin püf noktası. Aerodinamik biçimi nasıl olursa olsun herhangi bir nesne sıvıların içinde hareket ederken bir dirençle karsılaşır. Bu direncin nedeni nesnenin dış yüzeyinin sürtünmesidir.Sıvı katmanlarını yarmak için gerekli güç nesnenin dış yüzeyindedir. Aynı durum havada da geçerlidir. Ne var ki su, havadan bin kat daha yoğun olduğu için sürtünme de bir o kadar fazladır. Bundan öte, sürtünmeyi yenmek için gereken kuvvet , nesnenin hızınınküpüyle orantılıdır. Böylece iç motorlarda yapilan her gelişme, hızda yalnızca önemsiz artmalara neden olmaktadır.1960’ların başında, Kiev Hidrodinamik Enstitüsü’nden Mikhail Merkulov,çözümün suyun içinde "hava bosluğu açmak"ta (cavtation) yattığını öne sürdü. Bu cesur bir karardı çünkü deniz mimarları için hava boşluğu genellikle bir tehdit olarak görülürdü.Bangalore’da bulunan Hindistan Bilim Enstitü’sünden bir akademisyen olan Rudra Pratap, "Bir nesne bir sıvının içinde hızlı hareket ettiğinde, nesnenin bazı noktalarındaki basınç azalır"diyor. Hava boşluğundaki nesneler üzerine çalısan bir dinamikçi olan Praap’a göre, nesne hızlandıkça üzerine düşen basınç azalır. "Eğer basınç sıvının buhar basıncına eş olacak denli azalırsa, sıvı hali daha fazla korunamaz." diye de ekliyor. Sıvıyı sıvı halde tutmak için gereken basınç düstüğünde sıvı moleküller buharlaşacaklar ve bir hava boşluğu oluşacak. Pompalarda, türbinlerde ve pervanelerde boşluklandırma iki soruna neden olabilir. Birincisi hava kabarcıkları akışın yapısını değiştirebilir . Ikincisi de kabarcıklar yüksek basınçlı bölgelere ulaşıp metale çarptığında metalde çukurlar açabilecek şok dalgalarına neden olabilir.Dev KabarcıkOysa durum bu teknikte biraz daha farklı. Belli koşullarda bir kabarcık ya da hava boşluğu, hareket eden nesneyi tamamen içine alacak biçimde şekillendirilebilir. Newton 1687 yılında yazdığı Principial Mathematical adlı eserinde bunun ipuçlarını veriyor; fakat yine de buna ulaşmak çok kolay değil. Pratap’a göre başlangıç olarak gövde saatte en azından 180 kilometre yada saniyede 50 metre hızlı olmalı. Bu hızlar normal torpidolar için oldukça uzak rakamlar. Birleşik Devletler denizaltı Savaş Merkezi’ de (NUWC) John Castano, burun yapısı içe doğru olması gerektiğini vurguluyor. Aerodinamik bir yapı yerine, kabarcığı içindeki aracı düz burunlu olması gerekiyor. Bu sayede yüksek hızlarda su öyle bir hızla ve açıyla burnu çevresin de geçip gider ki aracın üzerini örtemez. Hava boşluğu içindeki bir cismin sürtünmesi oldukça düşüktür, çünkü dış yüzeyinin direnci neredeyse kaybolmustur. Nesne su yerin e daha düşük yoğunluğu ve vizkozitesi olan su buharıyla çevrilir. Böyle bir nesnenin sürtünmeye neden olan tek yeri burun bölgesidir. Yalnızca burnun suyla teması vardır çünkü. "Yine de burada bir denge var." diyor Pratap. Burun ne kadar küt olursa, sürtünme o kadar artar. Bu nedenle en iyi burun tipi hafif eğimli olandır. Pratap’a göre genel sürtünme hava kabarcığının içine girildiğine olağan üstü derecede düşüyor ve artık yalnızca hıza bağlı olarak artıyor."Bu neden böyle oluyor diye sorarsanız, sizi yanıtlayamam. Bu çok karışık bir durum ve sıvı mekaniği topluluğunun bunu iyi anlayabildigini de henüz emin değilim."Ne olursa olsun sonuçlar oldukça açık. Sürtünmenin azaltılmasıyla birlikte yüksek hızlar mümkün oluyor. Santa Barbara’daki California Üniversitesi’ne bağlı Okyanus Mühendisliği Laboratuvarı’nın müdürü olan Marshal Tuli ’se deniz araçlarını hava boşluğu yöntemiyle kolay işler halegetirilebileceğini düsünüyor. Tuli ’ne göre kızaklı botların kızaklarındaki sürtünmenin azaltılması, onların hızlarını ikiye katlayabilir. Merculov, Tuli ’ni çalışmasını gördüğünde hava boşluğu yöntemiyle süper hızlı torpidolar yapilabileceğini anladı. Yalnız bir soru vardı: aracın yalnızca burnu suya dokunacağı için alışıldık pervaneler bu araçlarda işe yaramayacaktı. Tümüyle yeni bir itiş tekniği bulunmalıydı. Bu sorunun çözümü basitti: Geriye roket motoru takmak. Roketler hava boşluğunda çalşacağı için , suyla ilgili bir sorun yasamadan istenen kalitede bir itiş sağlayabilir. Düşüncede oldukça kolay gibi görünse de çalışan bir torpido yapabilmek zor bir iş. Sağlamlık ve burun kısmını hayli yüksek basınçlara dayanabilecek malzemeyle yapılması hiç de kolay değil. Ulaşılan hızlarda hava boşluğunu torpidonun tamamının içine alamaması olasılıgı da vardır. Yapılan Rus torpidosuysa burnundan egzosuna kadar sanal bir boşluğu için de olacak biçimde tasarlandı. "Eğer nesnenin hızı buhar boşluğunda geçmeye yetecek kadar değilse, kabarcığı içine gönderilecek yapay havalandırma, nesne geçinceye kadar boşluğu açık tutacaktır." diyor Castano. Stafforshire’daki Keele Üniversitesi’nde bir savunma uzmanı olan Mark Galeotti’ye göre bu torpidoların prototipleri 1980’lerde ortaya çıkmştı;fakat üzerinde daha çok çalışılmalıydı."1990’ların başında yalnızca Ruslar düzgün işleyen bir torpido yapabildiler." diyor Galeotti. "Yaygara" anlamına gelen "Shkval" adı verilen bu araç saatte 500 kilometre hıza ulaşabiliyordu. Denizaltıdan muhtemelen mekanik bir mancınık yardımıyla bir ok gibi fırlatlmıştı. Böylece torpido roketi ateşlenebilmesi için hava boşluğunun içine girebilmişti.Ruslar kendilerine ölümcül bir silah yaptılar. Shkval düsman denizaltılar onlar daha harekete geçemeden saf dışı bırakabilir, ya da bir denizaltı, üzerine gelen torpidolarda onu kullanarak korunabilir. Bununla birlikte Shkval, ardılına göre oldukça hantal sayılır. 1990’ların başında Birleşik Devletler de kendi hava boşluğu programını başlattı. Başlangıç olarak su altı mermileri üzerinde duruluyor. Geleneksel mermiler suya doğru ateşlendiğinde daha bir metre gidemeden , sürtünme yüzünde duraklıyorlardı. NUWC’daki araştırmacılar, boşluklandırıcı içindeki mühimmati çok yüksek hızlara çıkmaya olanak verecegini ve çok daha uzağa ulaşabileceğini biliyorlardı. 1997 yılında bunu denediler.Shkval ’in sahneye çıkışından yalnızca birkaç yıl sonra NUWC araştırmacıları sesten hızlı bir araçları olduğunu ilan ettiler. Dikkatle tasarlanmış düz bir burnu olan kurusıkı mermi, bir su altı silahından ateşlendi. Suda ses duvarını aşan mermi, saatte 5400 ve saniyede 1.5 kilometre hıza ulaştı.Hareketini sürdürmesi için bir güç kaynağı olmadığı için mermi kısa sürede yavaşladı, fakat bu bir hava kabarcığıyla hızlanmanın mümkün olduğunu göstermesi açısından yeterliydi. NUWC’daki arastırmacılar havada sahip olunan saniyede 2.5 kilometre hızına ulaşmak istiyorlardı ve bu artık onlar için çok uzak bir olasılık değildi.Böylesine yüksek hızlara ulaşamasalar da, hava boşluklu mermiler birçok yararlı işte kullanılabilir. Sözgelimi Deniz Kuvvetleri, havadan ateşlendiğinde yeterince derine inmeyen geleneksel mermiler yerine bunları kullanarak mayın temizleme işlemlerini daha verimli hale getirmeyi düşünüyor. Bu bağlamda Californiya’da Deniz Hava Savaşı Silahları tümenine bağlı bir grup mayınlara birer balon uçuruyorlar. Havadan Hızlı Mayın Temizleme Sisteminde (RAMICS) mermiler standart bir20 milimetrelik Gattling silahıyla vuruluyor. Küt koni biçimli burunlarıyla, suyun 350 metre üzerinden lazerle hedeflenmiş ve 12 metre suda giderek hedeflerini yok edebiliyorlar.Deniz Araştırmaları Ofisi (ONR)’nden RAMICS’in proje sponsoru olan Doug Todoruff şöyle diyor: "Çelik bir duvarı delip geçmiştik ve hala patlayıcıları ateşleyebilecek kadar kinetik enerjimiz vardı. Sistem, karada denenmis halinin çok ötesinde. Havadan, bir Cobra helikopterinden gerçek bir mayının üzerine atılma denemesi gelecek ay için kararlaştırılmış. Peki ya bir Concorde’dan daha hızlı bir denizaltıya ne dersiniz? Suda bir mermi ateşlemek baska bir şeydir, roket gücüyle ilerleyen bir aracı yüksek hızda kullanmak ve onu hava boşluğu içinde tutmaya çalışmak baska şey. Ikincisi çok daha zordur. Peki uygun hız sınırı ne kadardır? Ordudaki bilim adamlarının pervanelerle elde ettikleri hızı tartışmaya çok istekli olmadıkları görülüyor. Fakat yine de bir mermi kadar hızlı gidememelerinin temel bir nedeni yok. Galleotti, "Ruslar Shkval ’i bir son olarak değil bir başlangıç olarak görüyorlar." diyor. " Bu teknolojinin insanlı araçlarda uygulanmaması için hiçbir neden yok." diye de ekliyor Castano. Aslında birçok teknolojik engel var bu projede. Bunlardan biri hâlâ güçlü bir itici sisteme gerek duyulması. Alüminyum yakıtlı bir roket bunun çözümlerinden biri olabilir. oksidasyon için su kullanacağından fazladan oksijen taşımaya gerek duymaz. Böyle bir durumda yanmamış yakıtın hızla alüminyum oksitle kaplanması ve daha fazla reaksiyona engel olması gibi bir sorun yaşanabilir. Bundan kaçinmak için toz haline getirilmiş alüminyum su girdabina enjekte edilebilir, bu dayanan ve eriyen parçaları uzak tutar. Alüminyum yakıtlı roketler kısa mesafeler için iyi olabilir; fakat ya uzak mesafeli yolculuklar için ne olacak? Bunun için muhtemelen güç kaynağına nükleer bir reaktör eklenmesi yeterli olacaktır. Böyle bir araçla saniyede 2.5 kilometre hızla yolculuk Londra New York arası yolu bir saatten az bir zamanda geçmeyi olanaklı kılabilir. Yolda bir balinaya çarpmazsanız tabi. Aracın dümenini kontrol etmek de sorunlu olabilir. Shkval ’in yönlendirilme olanağının fazla olmadığı söyleniyor. Bir anlamda bu kadar çaba dümdüz gidebilen bir araç için. Bir kez fırlatıldığında herkesin kontrolünden çıkıyor. "Zorluk, kontrol edilebilen yüksek hızlı bir araç yapabilmekte" diyor ONR’den Kam Ng. O ve ekibi, aracı gövdesine yüzgece benzer parçalar ekleyerek kontrol edebilmeyi amaçlıyor. Araçta burun kısmı dışında kalan parçaların suya değmesi istenmiyordu, çünkü bunun sürtünmeye neden olacağı biliniyor."Ama," diyor Ng, "aracı kontrol edebilmek için bu ödenmesi gereken küçük bir bedel ."Bununla birlikte boşluğun düzensiz bir yapiya bürünmesi olasılığı da var; ama Ng ve ekibi bu tür sorunları çözmek için uğraşıyorlar. "Hava boşluğunda yol alma fikri deniz altındaki savaşların çehresini değiştirecek." Diyor Galleotti. "Olabildiğince sessiz araçlarla geleneksel olan kedi fare oyunu bir anlamda kakafonik bir it dalaşına dönüşecek." Galleotti hava kabarcığı içinde gidecek gemilerin çok büyük gemiler olmayacağını da söylüyor. Bunun yerine bir ana gemiden yola çıkarak kısa menzilli saldırılar yapan küçük araçlar kullanılması düşünülüyor. "Bu tıpkı havada savaşmak gibi olacak." diyor Galleotti. Bu projede şu anda kimsenin yanıtlayamadığı bir sorun daha var aslında. Hava boşluğunda gidecek böylesi bir aracın ilk etapta gerekli hıza nasıl ulaşacağı bilinmiyor. Bu bir yana,bir silahtan ateslenen araca kim binmek ister? ÖLÜM IŞINLARIBir askeri uzmandan obüsün yerine ideal bir silah tasarlaması istense, büyük olasılıkla sıralanacak özellikler listesi şöyle olur: Hafif mermi , sınırsız mühimmat, bir uçağa ya da kara taşıtına yüklenmeye elverişli boyutlar, hedefi doğrudan nişanlayabilme,çabuk doldurulma, hareketli hedefleri izleme, nokta atışı yapma ve hedef dışında hasara yol açmama. Sonunda bütün bunların uzmanı getireceği nokta, ağır metal parçaları yerine ışık fotonları fırlatan bir silah olacaktır. Gerçekte, ABD bütün bu özellikler taşıyan silahlar yapma yolunda çalışıyor. Bunun içinde kullanılması düşünülen kaynak, lazer. Yüksek güçlü lazerlerin düşman füzelerini yok etmek amacıyla kullanılması yeni bir olgu değil; Çok daha az bilinen ve daha az spekülatif olan bir olasılık, 40 yıl süren ve ürünleri savaş alanlarına dökülmek üzere olan yoğun bir araştırma-geliştirme çabası sonucu "ayakları daha çok yere basan" lazer silahlarının tüm savaş türlerinde devrim yaratması. ABD’nin en önde gelen üniversitelerinden Massachusetts Teknoloji Ensititüsü’nün (MIT) yayımladığı Technology Review dergisine göre, ancak Boeing 747-400 (jumbo jet)uçaklarına yerleştirilebilecek çapta olanlardan tutun, Jeep’lerin tahtına kurulan yeni Humvee’lere takılabilecek küçüklükte olan lazerler, yapılan deneylerde askeri hedefler başlarıyla etkisiz hale getiriyorlar. Bu silahlar büyük bir olasılıkla on yıl içinde ister sıcak savaş olsun,ister barış bekçiliği , ister teröristlere karşı operasyon, her türlü askeri harekatta kullanılmaya başlanacak.1990’ların başında hem siviller hem de askerler kör edici etkiye sahip oldukları gerekçesiyle kullanımlarını insanlık dışı olarak niteleyen grupların protestoları, piyadelere düşmanı kör etme yeteneği sağlayan gizli bir lazer sisteminin rafa kaldırılmasına yol açmıştı. Yeni programlar kör edici silahlar için konulan uluslararası yasakların çevresinden dolanacak biçimde yürütülüyor olsa da, silahların kullanıma alınmasıyla birlikte protestoların anlanması bekleniyor. Karşıtlarca beslenen tüm endişelere karşın askeri araştırma ve geliştirme çalışmaları tüm hızıyla sürüyor ve bazı uzmanlara göre kısa süre içinde Amerikan askerlerine savaş alanında üstünlük sağlayacak. Amerikan Askeri Üniversitesi ve Californiya Eyalet Üniversitesi’nde yürütülen Ulusal Güvenlik Çalışmaları Programı’ndan Robert Bun-ker, "Öldürücü olmayan ileri teknoloji silahları da dahil olmak üzere optik ve öteki ‘yönlendirilmiş enerji silahlarının rtaya çıkması, ateşli silahların ve topların modern toplum üzerinde yapmış olduğu etkiye benzer bir etki yapacaktır" diyor. Çin ve Rusya’nın da en az on yıldır lazer silahları geliştirmekle uğraştıkları, ancak bu silahların daha az güçlü oldukları söyleniyor. Projeler Çeşit ÇeşitLazerleri savaş alanına taşıma çabasının odak noktalarından biri , Albuquerque’deki Kirkland Hava Üssü. Burada yapılan bir deneyde, bir karbondioksit lazerinin bir anlık atımı, karşısındaki plexiglass levhasını bir alev topuna dönüştürüyor ve levhada 8 mm’lik bir delik açıyor. Bu yalnızca deney için geliştirilmiş bir düzenek.Gücü, savaş lazerlerinin güçlerinin ufak kesirleri kadar. Ancak lazerlerin değişik malzemeler üzerindeki etkileri konusunda sağladığı bilgiler, kısa menzilli roketler, uçaklar, tanklar ve dolaylı olarak da düşman askerleri ve teröristleri etkisizleştirecek lazerler için yürütülen üç ayrı projede kullanım alanı bulabilir. Bu üç projeden şu an için en belirgin olanı, Bush döneminde 2,7 milyar dolara kadar ek ödenek sağlaması beklenen Airborne Laser (Uçakta Lazer) Projesi. Projenin ana hedefi Körfez Savaşı’nda çokça kullanılan Scuds füzelerini havalandıktan çok kısa bir süre sonra, bir başka söyleyişle füze düşman topraklarındayken etkisiz hale getirmek. Bu projede bir Boeing 747-400’e oksijen iyot lazeri yerleştiriliyor. Bütün lazerler gibi, bu da kimyasal enerji ya da elektrik enerjisi pompalanan bir maddenin atomlarının, bu enerjiyi düzgün (saçılmayıp tek yönde giden) bir ışık demeti halinde yeniden yayımlaması temeline dayalı bir düzenek. Projenin üç ayağı var. İlki , Boeing firmasına 747-400 uçaklarının lazer yerleştirilebilecek biçimde değiştirilmesi. İkincisi , TRW firmasının, yüksek enerji lazeri olan kimyasal oksijen iyot lazerlerin geliştirmesi . Sonuncusu da Lockheed Martin Space Systems firmasının tasarlayıp geliştirdiği ışın/ateş kontrol sistemi . Şimdilik bu üç bölüm birbirinden ayrı yürütülüyor. Askeri senaryolara göre, bu lazerleri taşıyan 747’ler yerden 12 bin metre yukarıda güvenli bölgede dolaşırken, yakındaki bölgeler kısa mesafeli roketlerin saldırısına uğrayabilir. Bu lazerler 300 km uzaktaki bir hedefe 2 megawatt (milyon watt) enerjili bir ışın demeti gönderir. Bu güç, bir küçük kenti aydınlatmaya yetecek güce eşit.Böylesine güçlü bir ışın demeti bile,roketin kaplamasını anında elemez.Yaptığı, roketin yakıt deposunun kaplamasını yüksek ısıyla aşındırmak. Zayıflayan bu nokta, yakıtın iç basıncıyla yırtılır ve yakıt patlar. Yeni fırlatılan bir düşman füzesi ,radarca belirlendikten sonra işin zor tarafı başlar. Yapılacak iş, basketbol topu çapındaki ışın demetini , atmosferik çalkantıya karşın, hızla yükselmekte olan füzenin yakıt deposu üzerinde gereken sıcaklığı oluşturacak süreyle,yani beş on saniye sabit olarak tutabilmek. Bunun için silahın, hedefin görüntülerini izleyen atmosferik etkileri hesaplayan ve ışının yön ve şiddetini sürekli olarak yeniden ayarlayan bilgisayarların desteğine gereksinim var. Bunun avantajlı yanı, düşman füzenin yalnızca 10 000 dolar değerinde kimyasal yakıt harcanarak vurulabilmesi (bir uçakta 30 atış için yeterli yakıtın bulunması gerekir). Aynı ışın bir anti-balistik füze yardımıyla yapılmasının maliyetiyse 1 milyon dolar. ABD Hava Kuvvetleri ’nden Albay Lynn Wills "Bu sistemin 2008 yılına kadar dünyanın herhangi bir yerinde kullanılabilecek yaygınlıkta konuşlandırılabileceğini " söylüyor. Hedeflenen, ikisi sürekli olarak havada, kriz bölgeleri üzerinde devriye gezecek olan yedi uçaktan oluşan bir filo. Lazerlerin ve nişan sistemlerinin ilk örnekleri , halen San Diego’nun kuzeyinde, TRW’ye ait gizli bir tesiste deneniyor.Lazerli bir 747-400 prototipinin ilk uçuşu ve ateş testinin 2004’te yapılması bekleniyor. Bir başka lazer silahıysa döteryum-flüorit güçlü lazer. Tactical High-Energy Laser (Taktik Yüksek Enerji Lazeri ) olarak bilinen bu silahın amaçlanan hedefiyse, genellikle gerillaların kullandıkları ucuz ve küçük roketler. Rus yapımı Katyuşa roketlerinin Lübnan’daki Hizbullah yanlılarınca İsrail’e karşı kullanılmasının hemen ardından, 1996’da Tactical High-Energy Laser Programı’na hız kazandırıldı. ABD programa 170 milyon dolar, İsrail ise 80 milyon dolar ayırdı ve tüm gelişmeler Amerika’nın kontrolü altında gerçekleşiyor. Bu lazerler de uçaktaki lazer gibi radar izleme, nişan ve kontrol sistemlerini içeriyor. Ancak farkı, karada konuşlandırılması ve bir Katyuşa roketin yalnızca 2000 dolar maliyetle yok edebilmesi. Gerçi körfez savaşı sırasında kullanılan Patriot füzeler de bu işi yapabilir,ama uzmanlar, fiyatı 1000 dolar olan Katyuşa’ları 1 milyon dolarlık Patriot’larla düşürmenin fazla akılcı olmadığını vurguluyorlar. ABD Ordu Uzay ve Füze Savunma Komutanlığı’ndan program yöneticisi Dick Bradshaw silahın çok hızlı olduğunu söylüyor. Bradshaw "Bir kere kenetlendi mi hiçbir manevra ondan kurtulmak için yeterli olmaz. Bir fotondan nasıl kaçabilirsiniz ki ?" diyor. Dönen bir taret üzerindeki bir ışıldak görünümündeki silah 10 kilometre menzile sahip. New Mexico’daki White Sands Füze Deney Alanında şimdiye kadar 20’den fazla füze düşürmüş. Taktik yüksek enerji lazeri , şimdilik küçük bir garaj büyüklüğünde bir beton platform üzerine yerleştirilmiş bulunuyor. Bradshaw, ilerde silahın şimdikinin beşte bir boyutlara indirilerek bir kamyona monte edilebilir hale getirilebileceğini söylüyor. Bu, silahın hızla gereken yere taşınabilmesini sağlayacak. Tankları da VururlarLazer silahlarının roketleri ve uçakları düşürmesinin ardından ordu bu silahların hedefi daraltıp onları tank, kamyon ve top gibi ağır silahları imhada da kullanmayı düşündü. Bu programın aracıysa ileri Taktik Lazer (Advanced Tactivcal Laser). ABD Ordu Uzay ve Füze Savunma Komutanlığıile projenin ana yüklenicisi Boeing tarafından yürütülen programın amacı, Boeing 747’lerdeki (2 megawatt’ lık) oksijen-iyot lazerinin 300 kilowatt’lık küçük bir modelini bir helikopter ya da küçük bir uçağa yerleştirip 20 kilometre ötedeki kara hedeflerine karşı kullanabilmek. Programın yöneticileri daha ileride bir kamyon, hatta bir cipe yerleştirebilecek bir sistem gelştirmeyi de hedefliyorlar. Bu alandaki gelişmeleri izleyen birçok gözlemciye göre, lazer silahları füze, roket ya da uçakları hedef almaya devam etmeli . Nedeni , bunların küçük bir parçalarının dahi zarar görmesi halinde parçalanmaları ya da düşmeleri .Kamyon ve tanklarsa bunlara pek benzemiyor. Uzmanlara göre bir lazer silahı, bu gibi araçlar üzerinde kimyasal patlayıcıların uygulayacağı enerjiden daha çoğunu uygulayamaz. Bu durumda lazer silahlarıyla, 15 cm kalınlığında zırha sahip bir tankı yok etmek olanaklı değil.Ama hedef yok etmek yerine sakatlamak, etkisiz kılmak olarak belirlenirse iş değişiyor. Herkesin bildiği gibi , gerçekte tankların da zayıf bir noktası var: Dışarıda neler olup bittiğini anlayabilmek için kullanılan elektronik iletişime ve alıcılara bağımlılık. Bir tankın antenini eritmekse 300 kilowatt’lık bir lazer için çocuk oyunu.Programda görev alan Albay Mark Stephen "Bir hedefi parça parça etmeden de yok edebilir ya da en azından etkinliğini azaltabilirsiniz. Dahası, iletişimin kesilmesi ya da diğer elektronik sistemlerinin zarar görmesi , tank mürettebatının savaşma yeteneğini sınırlar; bir tankın konvansiyonel silahlarla yok edilmesi de sonuçta pek farklı bir şey değil" diyor.Aslında, yeniden yakıt yüklenmeden her biri bir kaynak makinesinin ısıtma gücüne sahip 10 m genişliğinde, 100 ışın demeti gönderme kapasitesine sahip ileri Taktik Lazer, tanklara zarar vermenin ötesinde çok daha başka işleyler de yapabilir. Yapılan bir analize göre sistem, yakıtını tüketmeden önce 7 km uzaklıktan 11 anteni eritmiş, 32 kamyon lastiğini patlatmış ve bir düzine havan, roket atar ve makineli tüfeği etkisiz hale getirmiş.Bütün bu becerilerine karşın, bu silahın da sorunlu bir tarafı var. Kara taşıtları, uçaklardan daha fazla sarsıldığı ve titreşim yarattığı için eğer lazer böyle bir araca yerleştirilmişse, bilgisayar kontrollü amortisörlere gerek olacaktır. Ayrıca, şiddetli bir kara savaşında oluşacak toz ve duman lazerler için bir engel oluşturur. Atmosferde bulunan ve aerosol adı verilen ince toz parçacıkları, ışını dağıtır ve zayıflatır. Aerosol kırılması etkisi de denilen bu etkinin azaltılması için çalışmalar yapılıyor. Ayrıca kimyasal yakıtı, şiddetli çarpışmaların olduğu bir savaş alanına taşımak da kolay değil. Bu nedenle, 2003’te başlatılacak olan 100 milyon dolar bütçeli bir araştırmanın hedefi , kimyasal yakıt yerine enerjisini, neodimyum ile güçlendirilmiş bir itriyum-alüminyum-garnet (saydam, kırmızı bir silikat mineral) bileşimine verilecek elektrik akımından alacak bir "katıhal" silahı. Laboratuvarlarda geliştirilen bu tür katıhal lazerlerin gücü şimdilik 10 kilo-watt. Ancak Bradshaw, gücün bir silah için gerekli olan 100 kilowatt düzeyine çıkarılabileceğini söylüyor. 5 0Bir başka tasarı ise, itriyum-alüminyum-garnet bileşeninin yerine, kimi iletişim uygulamalarında kullanılan süper enerji verimli fiber-optik lazerler koyabilmek. Bir Humvee ( ilk kez körfez savaşında ciplerin yerini alan askeri taşıt aracı ) üzerine kolaylıkla takılabilecek fiber-optik lazer, elektrik gücüyle çalıştığından, aracın jeneratörleriyle beslenir ve böylece özel yakıt ge-reksinimini ortadan kaldırır. Bradshaw, "Nihayet aracın biraz daha fazla dizel yakıt› taşıması gerekebilir; ancak bu, savaşl alanında kendi "mermilerinizi" elektrikle üretme lüksü için ödenecek çok küçük bir bedel" diyor. BİLGİ SAVAŞI SİLAHLARIBilgisayar Virüsleri"virüs, kendisini daha geniş programların içine kopya edebilen, ve bu programı değiştirilebilen parçalı bir koddur. Virüs ancak içinde bulunduğu program çalışınca, aktif hale geçer. Program çalışınca, virüs kendisini tekrar etmeye başlar ve başka programlara da yayılarak, onları da etkiler." Virüsler, bütün bilgisayar ortamlarında bilinirler. Bilgi Savaşlarında, sıklıkla kullanılan bir savaş aleti olmaları da bu anlamda şaşırtıcı değildir. İstihbarat teşkilatlarının ya da orduların, düşmanlarının telefon sistemlerine virüs yaymaları normal bile karşılanabilir. Günümüz telefon sistemleri, bilgisayarlarla kontrol edildiğine göre, ana vericiye virüs yollamak herhangi bir bilgisayara virüs yollamak kadar kolaydır. Kurtlar(Worms)"Kurt (worm) bağımsız ir programdır. Kendi kendine çoğalarak, bir bilgisayardan ötekine kopyalanır, genellikle de bir network sistemine yayılır. Virüslerden farklı olarak, diğer programlara sıçramaz." Kutlar, veri yok etmemekle birlikte, network içinde dolaşarak, iletişimi yok edebilir. Ancak, bir kurt veri yok edicisine de dönüştürülebilir. Örneğin, bir bankanın network sistemine yerleşen bir kurt, o bankanın şubeleriyle olan tüm iletişimini kesebilir. Truva Atları (Trojan horses)"Truva Atı, bir program içinde gizlenen ve gizli bir işlev yapan parçalı bir koddur. Virüsleri ya da kurtları saklamak için sıklıkla kullanılan bir mekanizmadır."Çoğunlukla e-maillerin içine yerleştirilerek yollanan Truva Atları, bir programın içine yerleşir ve o program çalıştırılana kadar, aktif hale geçmez. Truva Atı aktif hale geçince, bir sistemdeki korunmasız host ve serverler hakkındaki bilgileri ele geçirir ve karşı tarafa bulduğu bilgileri yollar. Böylece eğer bilgisayarınıza bir Truva Atı gönderilirse, bilgisayarınız tamamıyla başka birisinin kontrolü altına geçer. Truva atını yollayan kişi, e-maillerinizi okuyabilir, CD-ROM'unuzu açıp kapatabilir, her türlü belgenize ulaşabilir, parolalı bilgilerinizi dahi kolaylıkla okuyabilir. Zekice yazılmış bir Truva Atı, kendisini asla belli etmeyeceği ve hiçbir iz bırakmayacağı için, onun nerede olduğunu bulmak neredeyse imkansızdır. Mantık Bombası (Logic Bombs)"Bomba, virüs, kurt ya da başka bir sistemi yaymak için kullanılan bir truva atı türüdür. Bağımsız bir program ya da bir sistem programcısı tarafından yazılmış, bir kod olabilir." Dışarıdan çalıştırılması mümkün olan mantık bombası, bir bilgisayarın harddisk ya da posta dokümanlarının formatını etkileyebilir. Günümüzde büyük yoğunlukla Amerikan yazılımları kullanılmaktadır. Microsoft ya da UNIX sistemleri dünya bilgisayar sistemlerinin neredeyse tamamını ellerinde tutmaktalar. Bu durumda, Amerikan Devletinin, başka ülkelere ihraç edilen programların hepsine truva atı yüklenmesini istediğini düşünün. Böylece, örneğin CIA, dünyanın her yerinden bilgisayar sistemlerine bağlanarak, istediği her bilgiyi alabilecektir. ombalarında olduğu gibi, tüm sistem üreticilerinin böyle bir mekanizmayı başka ülkelere ihraç ettikleri yazılımların içine yerleştirdiklerini düşünün. Böylece tüm bilgi savaşı ajanları, istedikleri her bilgiye elleriyle koymuş gibi ulaşabileceklerdir. Bu belki de, stratejik planlar ve uygulamalar için en kullanışlı yol olacaktır. En canlı istihbaratlar bu şekilde yapılacaktır. Mikroçipler (Chipping)Yazılımın yanı sıra donanımın içine de bilinmeyen işlevler yerleştirmek mümkündür. Günümüz mikroçipleri, üreticisi tarafından biçimlendirilebilen ve bilinmeyen işlevler yapabilecek olan, milyonlarca entegre devre içermektedir. Bu devreler, bir süre sonra tükenmek üzere yapılabilir, belli bir frekanstan sinyal aldıktan sonra silinebilir ya da radyo sinyalleri yollayarak bulundukları yeri belli edebilirler. Bu ve benzeri senaryolar çoğaltılabilir. Mikroçiplerle ilgili başlıca problem, çipin, bilgi savaşçısı için kullanışlı ve doğru bir yere yerleştirilip yerleştirememiş olmasıdır. Bu problem de, Bilgi Savaşları ile ilgilenen ülkenin üretilen çiplerin içine ek özellikler yerleştirmesiyle çözümlenmektedir. Nano MakineleriNano makineleri ve mikroplar bir sisteme çok ciddi zararlar verebilir. Virüslerden farklı olarak bu tür savaş araçları, hem yazılıma hem de donanıma saldırıda bulunabilir. Nano makineleri, karıncadan bile daha küçük boyutta robotlardır. Düşmanın bilgi merkezine yayılarak kullanılırlar. Nanolar, bir ofisin içindeki her türlü boşluktan süzülerek, bir bilgisayar buluncaya kadar ilerlerler. Boyutları çok küçük olduğu için, bilgisayarın içindeki en küçük deliklerden bile geçebilirler.Elektronik devreleri kullanılmaz hale getirirler. Donanımı yok etmenin başka bir yolu da özel üretilmiş mikroplardır. Bu mikroplar bildiğimiz kadarıyla yağ yemektedirler. Ya silisyum yiyenleri geliştirilirse? Bir bilgisayar laboratuarındaki tüm entegre devreleri, bir siteyi, bir binayı hatta bir şehri yiyip yok edebilirler... Tuzak Kapıları (Trap doors) "Tuzak kapısı ya da arka kapı, bir sistemin içine yaratıcısı tarafından yerleştirilen bir mekanizmadır. Tuzak kapısının fonksiyonu, yaratıcısının sistemin içine, normal sistem koruyucularını aşarak, sızmasını sağlamaktır." Mantık Bombalarında olduğu gibi, tüm sistem üreticilerinin böyle bir mekanizmayı başka ülkelere ihraç ettikleri yazılımların içine yerleştirdiklerini düşünün. Böylece tüm bilgi savaşı ajanları, istedikleri her bilgiye elleriyle koymuş gibi ulaşabileceklerdir. Bu belki de, stratejik planlar ve uygulamalar için en kullanışlı yol olacaktır. En canlı istihbaratlar bu şekilde yapılacaktır. HERF Silahları ve EMP Bombaları HERF (High Energy Radio Frequency) Yüksek Enerji Radyo Frekansının kısaltmasıdır. HERF silahları, elektronik bir hedefi, yüksek radyo frekansıyla vurarak, onu saf dışı bırakır. Zarar hafif (ör: sistem kapanır ancak yeniden çalıştırılabilir) ya da çok sert olabilir (ör: sistem donanımı fiziksel zarar görebilir). Elektronik devreler, pek çok kişinin zannettiğinden daha hassastır. Fazla yüklemeyi kaldıramazlar. HERF silahları aslında, radyo ileticisinden başka bir şey değildir. Hedefe konsantre radyo sinyali gönderirler. Hedef bir binanın tüm network sistemi ya da günümüzün elektronik donanımlı, uçakları, arabaları olabilir. İçindeki insanlar için ölümcül sonuçlar doğuracak, hareket halindeki bir araç da olabilir. EMP (Electromagnetic Pulse) Elektromanyetik Atış anlamına gelmektedir. Kaynak nükleer ya da nükleer olmayan patlamalar olabilir. Oldukça geniş bir alandaki tüm bilgisayar ve iletişim sistemlerini yok etmek üzere, özel kuvvet ekipleri tarafından kullanılır. EMP bombası, HERF'ten daha küçük ebattadır ancak aynı zararı verebilir. EMP tek bir hedefi değil, bombanın etrafındaki tüm donatımı yok eder. BİYOLOJİK SAVAŞ TANIMIBiyolojik savaş; insan, evcil hayvan ve faydalanılan bitkilerde ölüm veya zarar meydana getirmek, malzemeyi hasara uğratmak amacıyla mikroorganizmaların veya bunların toksinlerinin (zehirlerinin) kasden kullanılmasıdır. Bakteriler, Riketsialar, Virüsler, Funguslar, Protozoalar gibi mikroorganizmalar biyolojik savaş maddesi (ajanı) olarak kullanılabilinirler.BİYOLOJİK SAVAŞ MADDELERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ Biyolojik savaş maddelerinin belli başlı özellikleri şunlardır. a- Üretimleri kolay ve ucuzdur.b- Depolama şartlarına ve dış şartlara dayanıklıkları fazladır.c- Enfeksiyon yetenekleri fazla olup,salgın yapabilmektedir. d- Hastalık yapmaktadır. e- Vucuda çeşitli yollardan girer.f- Kuluçka devreleri genellikle kısadır.g- Teşhis ve tedavileri güç olup, çok zaman almaktadır.h- Öldürücüdür. BİYOLOJİK SAVAŞ MADDELERİNİN VUCUDA GİRİŞ YOLLARIa- Solunum Sistemi,b- Sindirim Sistemi, c- Deri,d- Tenasül Organları,e- Göz Konjiktivaları ile Biyolojik ajanın vucuda giriş yollarına göre tehlike oranı artar. Örneğin; ŞARBON hastalığı mikrobu deri yolu ile alınırsa ölüm oranı %5-20 civarında iken, solunum yolu ile alındığında ölüm oranı %99'a kadar çıkar. Yine VEBA deri yolu ile bulaştığında ölüm oranı %20-30 iken, solunum yolu ile alındığında ölüm oranı %95'e kadar çıkar.Tüberküloz basilleri solunum yolu ile akciğerlere girince hastalık VEREM olur. Aynı basiller sindirim yolu ile alınırsa bağırsakta bağırsak hastalığı olur. TİFO mikrobu yaralardan geçerse az, sindirim yolu ile alınırsa çok tehlikeli olur.BİYOLOJİK VE KİMYASAL SİSTEMLER TEKNOLOJİSİ NÜKLEER SILAHLARNükleer silahları askeri açıdan çok çekici kılan, bu silahların birim ağırlıkları başına, patlama sırasında ortaya çıkarttıkları enerjidir. Bir bombanın patlaması sonucunda ortaya çıkan enerji, çok kısa bir süre içinde, yakın çevresindeki ortamı ısıtarak bir şok dalgası yaratır. Bu şok dalgası, çevreye, dolayısıyla da hedefe zarar verir. Bir bombanın tahrip gücü, patlama sonucu çevreye eşit derecede zarar verecek kimyasal bir patlayıcı olan trinitro-tolüen' in (TNT) ağırlığı cinsinden verilir. Kimyasal patlayıcıların çevreye zarar ile nükleer bir patlayıcının vereceği zarar arasında binler veya milyon mertebesinde bir fark vardır. Örneğin, Amerikan Minuteman-III Kıtalar Arası Balistik Füzesi içinde bulunan, her biri 170 kt gücünde, ağırlığı yaklaşık 400 kg' dan az olan W62 nükleer başlıkları,patlama sonucu 170,000 ton TNT' e eşdeğer bir enerji açığa çıkarırlar. Diğer yandan, dünyadaki en güçlü nükleer bombalar, Çinlilerin CSS-4 sistemleri olup; güçleri 5-10 Mt (5-10 Milyon ton TNT' ye eşdeğer) dolayında, ağırlıkları ise 5 tondan azdır. Nükleer silahları, güç-ağırlık oranları çekici yapmaktadır. Askeri dilde taşıma platformları olarak anılan, uçak veya füze teknolojisine sahip uluslar için nükleer patlayıcılar, çok uzaklardaki hedefleri vurabilme olanağı vermeleri açısından büyük önem taşımaktadırlar. Nükleer silahların caydırıcı rolünün bir göstergesi,yarım yüzyıla yakın bir süredir bozulmayan Dünya barışıdır. Nükleer silahlara sahip bir ülke, benzer bir saldırının kendisine de yapılacağı kabusu ile yaşamak zorundadır. Bu nedenle nükleer silah sistemleri, "sac ayağı" olarak tanımlanan, bir üçlü sistemden oluşur. İlk sistem, düşmanın Kıtalar Arası Balistik Füze (KABF) silolarını hedef alan KABF sistemidir. Bu sistem, planlanmış bir saldırıda ya da saldırı karşısında savunma amacı ile kullanılabilmektedir. ABD ve eski SSCB, karşılıklı olarak ilk saldırıda bulunmama garantisi vermiş ve KABF sistemleri salt kendilerine yapılacak bir saldırı karşısında kullanma kararını benimsemişlerdir. Bir nükleer savaşın ilk yirmi dakikasında, KABF' lerin çoğunluğunun imha edilmesi ve bunların çevreye çok büyük zararlar vermesi olasılığına karşılık,daha çok intikam alma amacına yönelik olan Denizaltından Atılan Balistik Füzeler (DABF) sistemi geliştirilmiştir. Bu füzelerde, KABF başlıklarına oranla daha güçlü olan çok sayıda nükleer patlayıcı vardır ve füze siloları yerine kentleri hedef alırlar. Kısacası nükleer güçler,karşı tarafın sivil halkını rehin almaktadırlar. Üçüncü sistem ise, KABF ve DABF sistemlerinin arasında devreye girebilen, insan kumandası ile çalışan ve gerektiğinde geri çağrılabilir nükleer silahlar taşıyabilen bombardıman uçaklarıdır. Nükleer Bomba Nedir ? Nükleer bombaların çalışma ilkesi,iki ayrı tür çekirdek tepkimesine dayanır. Ağır çekirdeklerin parçalanması, yani fisyon olayı ile enerji üreten nükleer bombalara, yanlış bir terim olmasına karşın, Atom Bombası denilmektedir. Diğer bir bomba tipi ise, açığa çıkardığı enerjinin çoğunluğu hafif çekirdeklerin kaynaşmasına; yani füzyon tepkimesine dayanan, termonükleer bomba ya da Hidrojen Bombasıdır. Henüz geliştirilme aşamasındaki çok yeni tasarımlar dışında, termonükleer bombaların ateşlenmesinde fisyon tepkimesinden yararlanılır. Diğer bir deyişle hidrojen bombasının tetik mekanizması bir atom bombasıdır. Dolayısıyla nükleer silahların yapılabilirliğini incelemede, atom bombası yapımı için gerekli malzeme ve teknolojinin neler olduğunun belirlenmesi yeterlidir. Fisil, yani bölünebilir madde adını verdiğimiz uranyum izotoplarından U-233 ve U-235 ile insan yapısı olan plütonyum izotopu Pu-239, nükleer silahların ham maddeleridir. Uygun miktar ve geometride bir araya getirilen bu malzemelerde fisyon tepkimesi, bir nötron kaynağı yardımı ile başlatılır. Kaynaktan çıkan bir nötron, fisil madde ile fisyon tepkimesine girerek, fisil maddenin çekirdeğinin parçalanmasına yol açar. Bu tepkime sonunda, yüksek kinetik enerjiye sahip (fisil maddenin çekirdeğine göre) iki hafif çekirdekten başka, iki veya üç tane de nötron ortaya çıkar. Ortaya çıkan bu nötronlardan bazıları, sistemdeki diğer fisil çekirdeklerle fisyon tepkimesine girmeksizin sistemi terk ederler. Sistemden kaçan nötronların fisyon tepkimesine girenlere oranı, sistemin fiziksel büyüklüğü ile ters orantılıdır. Fisyon tepkimesinden çıkan nötronlardan bir kısmı ise, fisil maddede veya sistemdeki diğer maddelerde fisyon yapmayacak tepkimelerle yutulurlar. Sızma ve yutulma kayıplarından arta kalan nötronlar yeniden fisyon tepkimesi yaratırlar. Eğer sistemde yeterli fisil madde varsa ve seçilen geometri uygunsa, art arda gelişen (zincirleme) fisyon tepkimeleri sonucu, sistemdeki nötron sayısı zamanla artar. Hızla oluşan bu zincir tepkimeler sonucu, çok büyük bir ısı açığa çıkar. Sıcaklığı artan sistem genleşme eğilimi gösterir ve sistemden sızan nötronların oranı artar; bunun sonucu olarak da zincirleme tepkimeler sona ere. Dolayısı ile, nükleer bomba tasarımında en önemli konu, malzeme ve geometri seçiminin, zincirleme tepkimeyi mümkün olduğunca uzun süre devam ettirecek şekilde yapılmasıdır. Nükleer sistemler tasarlanırken, nötron sızıntısının en aza indirilebilmesi amacıyla genelde küresel geometri yeğlenir. Küre, bütün geometrik cisimler içinde,hacim başına en az yüzeye sahip olanıdır. Tümüyle fisil maddeden oluşan bir kürenin çapı büyüdükçe,sızan nötronların oranı azalmaktadır. Kullanılan fisil malzemeye bağlı olarak değişen, belli çaptaki bir kürede her bir fisyon olayından doğan nötronlardan en az biri, yeni bir fisyon tepkimesine yol açarak, zincirleme tepkimelerin oluşmasını sağlar. Böyle bir sisteme kritik kütle adı verilir. Kürenin çapı,kritik çaptan büyük ise, her bir fisyon olayı, birden fazla fisyon tepkimesine yol açar. Bu durumda zincirleme tepkimeler artarak devam eder. Bu tip sistemlere kritik-üstü adı verilir. Kürenin çapı kritik değerinin altındaysa, zincirleme tepkimeler oluşmaz ve böyle sistemler kritik-altı sistemler adı ile anılır. Nükleer bir bombanın yapımı sırasında kritik kütle oluşturacak kadar fisil maddeyi bir küre halinde bir araya getirmeye çalışmak, patlamaya yol açar. Bu nedenle, nükleer silahların içine konan fisil madde, normal koşullardaki yoğunluğunda zincirleme tepkimeye izin vermeyecek kadar küçük bir metal küre halindedir. Bu metal küre, bombanın patlaması için, kimyasal patlayıcılar yardımı ile sıkıştırılarak, çok daha yoğun; ancak daha küçük bir küre haline getirilir. Kürenin yoğunluğunun artması ile nötron sızıntısı azalır ve çok hızlı gelişen zincirleme tepkimeler,nükleer patlamaya neden olur. Bir nükleer bombanın yapımı için, yalnızca fisil malzemeye sahip olmak yeterli değildir. Fisil maddeden yapılmış kürenin sıkıştırılabilmesi için, kimyasal patlayıcıları senkronize olarak ateşleyecek düzeneklerin yapımı, bu alanda ileri bir teknolojiye sahip olmayı gerektirmektedir. NANOTEKNOLOJİ NEDİR?Nanoteknoloji, günümüzdeki anlamıyla nanoölçekli (metrenin 1 milyarda biriyle 100 milyonda biri arasındaki) malzemelerin üretim, montaj ve kullanımının sözkonusu olduğu alanları kapsıyor. Bu uzunluk, birkaç atomun bir araya getirildiği gruplarınkinden tutun, geliştirildiği söylenen protein motorlarının boyutlarını da içine alacak bir eşik oluşturuyor. Kimya, fizik,malzeme bilimi ve moleküler biyolojiyle uğraşan bilim adamları , bu alandan kendilerine pay biçiyorlar. Bu durum, nanoteknolojiyi psikiyatristlerin hastalarına tanı koyabilmek için kullandıkları mürekkep lekelerine benzer kılıyor. Pittsburgh’daki Carnegie Mellon Üniversitesi’nden iktisatçı Lester Lave bu yeni teknolojinin kendine henüz net bir kullanım alanı bulamamış olmasına dikkat çekiyor.Nanoteknoloji alanındaki ilk ilerlemeler, atomları oraya buraya taşımaktan ibaret kalmadı . Teknolojinin değişik malzemeler sentezleme konusunda kanıtlanan gücü, araştırmacılara nano ölçeklerde pek çok malzemenin biçimini ve boyutlarını kontrol etme olanağı sağladı . Araştırmacılar, nanoölçekli malzemelerin yüzeylerinin, hacimlerine göre büyük olmasının, bunlara büyük ölçekli malzemelerde bulunmayan özellikler kazandırdığının farkına vardılar. Örneğin, kadmiyum selenit gibi yarı iletken malzemeden yapılan nano-ölçekli kristalitler, değişen boyutlarına bağlı olarak ışığın değişik renklerinde parıldıyorlar. Bu özellikleri nedeniyle biyoloji deneylerinde ışıyan bir "boya" olarak yaygın kullanım kazandılar.Nanoparçacıkların geniş yüzeyleri, bunları kimyasal tepkimeler için ideal katalizörler durumuna getiriyor. Nedeni, geniş yüzeylerindeki atomların, tepkimeleri etkin biçimde denetlemeleri. Malzemelerin nanoölçeklerde kazandıkları değişik özellikler, bunlara giderek artan bir endüstriyel değer kazandırıyor. Bazı şirketler, sıradan plastiğin üzerine nanoölçekli çubuklar yerleştirerek malzemenin gücünü ve darbeye direncini güçlendirmeye çalışıyorlar.Askeri laboratuvarlar, anthrax gibi biyolojik silahları belirleyen nanoölçekli sondaları geliştiriyorlar. Ve bir-iki nanometre çapında, kamış biçimli moleküller olan karbon nanotüpler, biçimlerine bağlı olarak elektriği metal ya da yarı iletken özellikte taşıyabiliyorlar. ve daha şimdiden transistör ve diyot gibi elektrik malzemelerinde yaygın kullanım kazanmış bulunuyorlar.Bir nanoölçekli malzemenin endüstriyel başarısının sırrı , basitliğinde yatıyor. Yapılacak şey, malzemeyi, boyutları çok iyi belirlenmiş küçük tanecikler ya da katmanlar halinde üretebilmenin yolunu bulmak. Öyle ki, bu parçacık ya da taneciklerin her biri, bir güneş piline, ya da bir plastik yüzeye yerleştirildiğinde bunların elektronik, optik ve mekanik özellikleri birbirleriyle tam tamına aynı olacak. Ancak nanoteknolojinin bilim dünyasında ve kamuoyunda uyandırdğı ilgi, nanomalzemenin elektronik aygıtlar ya da kimyasal algılayıcılar gibi daha karmaşık kullanımlar üzerinde odaklanmış bulunuyor. SAVAŞ ALANI ;UZAYGelecek kuşak uzay silahları arasında, düşman uydularına sabotaj yapacak mikrouydular; uzaydan yeryüzündeki herhangi bir hedefe diklemesine saplanacak uzay okları ve hedefe 'zoom' yapacak lazer toplarının yer alacağını ihtiva eden projenin başlıca özellikleri şöyle: Uzay savaşı teknolojisi bu onyıl bitmeden tamamlanmış olacak. Teknolojinin can damarını, günümüzde ATM makineleri, cep telefonları, internet ve kredi kartı transferlerinin yapımında kullanılan uydu teknolojisi oluşturacak. Uzaydan fırlatılacak 'uzay okları', sesten daha hızlı yol alacak ve hedefe saplandığında yeryüzünün 750 metre derinliğine kadar girebilecek. Bu oklar özellikle yeraltında inşa edilen gizli koruganları yok etmede kullanılacak. Uzaya yerleştirilecek dev aynalarla dünyanın istenen bölgesi gündüz gibi aydınlatılacak ve bu bölgedeki hedefler kolaylıkla saptanarak vurulacak. İçbükey aynalar ise güneş ışınlarını bir noktaya yoğunlaştırarak hedeflerin ya da uyduların yanmasını sağlayacak. 'Güneş enerjisi silahı' adı verilen bu proje kod numarası 900163. Proje, gerektiğinde göktaşlarını (meteor) da silah olarak kullanacakMETEOROLOJİ SAVAŞI Sel operasyonu: Özel uçaklarca havadan, karadan ya da denizden fırlatılacak füzelerle hedef üzerindeki bulutlara gümüş-nitrat tozu serpilecek. Her parçası toplu iğne başı kadar olan bu parçacıklar bulutu yağmura çevirecek. Nuh Tufanı'nı andıran yağışlarla hedef sel suları altında kalacak. Hedef selle yokedilecek. Buzul operasyonu: Hedefin 17 kilometre üstünde metan ya da karbondioksit bombası patlatılacak. Patlayan bombadan yayılan parçacıklar güneş ışınlarını engelleyecek. Bir anda ısı düşecek. Hedef alanı buz kesecek. Buz devri yaşanacak. Bölgede tüm canlılar donarak ölecek, araçlar buzla kaplanacak. Ateş fırtınası operasyonu: Çok güçlü lazer topları çöl kumu ya da toprağı yüksek oranda ısıtacak. Aşırı ısınmış hava yükselecek, suni hortum oluşacak. Kum tipisi düşman ve araçlarını hareket edemez hale getirecek. Hortum, önüne geleni silip süpürecek, ezip geçecek. Diken operasyonu: Dikeni andıran minik füzeler, mikrodalgalarla sicim gibi yağmura neden olacak. Minik su tanecikleri radar sistemini etkisiz hale getirecek. Ani gelişecek sis ve yağmur bulutları ile düşman uçaklarının hareket alanı kısıtlanacak. Çakan şimşek, düşen yıldırımlar uçakların havalanmasını engelleyecek. Minik ve uzaktan kumandalı metal parçacıkları, bulutları istenen yöne taşıyacak. Şimşekler çakacak, yağmurlar yağacak, düşman ne olduğunu anlayamadan yaklaşan özel donanımlı uçaklar hedefi bombalayıp yokedecekler. Su tokmağı operasyonu:Denizaltında patlatılacak özel bomba suni deniz depremine neden olacak. 'Tsunami' olarak da bilinen 30 metre yükseklikte katil dalgalar oluşacak. Dev dalgalar yüzlerce kilometrelik alanda hedef sahil şeridini tamamiyle yokedecek. Düşman gemileri, denizaltılar, limanlar, deniz üsleri ile yerleşim birimleri dev dalgalarca karton oyuncaklar gibi yutulup yerle bir edilecek.

Devamını Oku...